19 Temmuz 2013 Cuma

Özür dilemek

Özür dilemek
Bekir Kale Ahıskalı
20 Temmuz 2013 tarihli yazısı
Bazen hata yaparız. Bazen de çok hata yaparız. Hata insanoğluna mahsustur. İllaki olacaktır. Ancak hatayı fark edip, geri adım atabiliyor ve özür dileyebiliyorsanız siz hatanızdan dolayı üzgün ve nedamet içindesiniz demektir.

Bu yazıyı kaleme almama sebep bundan yaklaşık bir ay önce Kartepe Belediyesi Kültür Müdürlüğü hakkında yazdığım “Bir Bahar Akşamı” isimli makalemdir. Makalemde değindiğim ve eleştirdiğim konu ise yapılan şiir etkinliğine ANEDAK gibi büyük bir edebiyat topluluğundan kimsenin davet edilmemiş olmasıydı. O anlık bir refleksti ve haklı bir eleştiri yaptığımı düşünüyordum.

Yazımın yayınlanmasından yaklaşık iki hafta sonra telefonum çaldı. Arayan beyefendi Kartepe Belediyesi Kültür Müdürü Salih Nurettin Çevik idi. Yazı hakkında kısaca konuştuk. Kendilerinin de haklı yanları vardı. Bana hak verdiği yanları da anlattı.

Hem kendileriyle tanışmak hem de yaptıkları etkinliklerden haberdar olmak adına iki gün önce ziyaretlerine gittik. Bizi güler yüzüyle karşıladılar. Bu bir birim sorumlusunun ne kadar içten ve halktan olduğu anlamına geliyor. Bu kendilerine ısınmamızı sağladı. Yoksa soğuk rüzgârlar esmeye devam edecekti.

Ramazan dolayısıyla çayımızı içemedik ama yaklaşık bir saat kültürden ve sanattan konuştuk. Kartepe Belediyesinin yaptığı kültür sanat faaliyetleri hakkında bilgi alınca bu yazıyı yazmanın gerekliliği ortaya çıktı. Bu kadar dağınık bir bölgede bu kadar çok ve katılımlı etkinlik yapabilmek başlı başına bir başarıdır. Ramazan gecelerinde her akşam bir etkinlik yapıyorlar.

Merkeze uzak olmalarından sebep fazla haberdar olamadığımızı anladım. Olayın bir başka yanı daha var ki asıl kayda değer yanı burasıdır. Salih Nurettin Çevik ve dolayısıyla Kartepe Belediye Başkanı Şükrü Karabalık beyefendi işlerini yapıyorlar ve tohumlar ekiyorlar. İşin medya veya basında daha az yer alması biz basın mensuplarının da kabahati. Öyle sanıyorum ki kolay haberi daha çok tercih ediyor ve işinde reklam amaçlı olanları daha çok haber yapıyoruz. Bu sebeple ben kendi adıma özür diliyorum.

Ektikleri tohumları gördükçe meslektaşlarımda kendi üsluplarıyla kendi adlarına özür dileyeceklerdir. Bizde haber yapmak ve etkinliklere yer vermek bile özür dilemenin bir başka şeklidir.
Saygılarımla.

2 Temmuz 2013 Salı

Bir şairin kalemiyle sevişip, teniyle uyumalı belki de...

Bir şairin kalemiyle sevişip, teniyle uyumalı belki de...
Bekir Kale Ahıskalı
28 Haziran 2013 tarihli yazısı
Emdiğim helalinden iki damla anne sütü. Ne eski bir öykünün sayfalarından düştüm, ne de bir öyküye konu olamayacak kadar sıradan yaşadım. Başkalarının ancak hayalinin dokunabildiği tepelere ayaklarımla bastımda geldim. Her adımımda bir sıradışılık, her soluğumda bir heyecan vardı.

Bir hastahane odasında ihanete uğrayan ilişkiden doğmadım ben. Dokuz ay on gün bekletildim ışığın bile alınmadığı ilahi bir hücrede. Sonra adına yaşam denilen bir bakışın bir bakışa yenildiği bir kuytuya atıldım. Ortada bir tenhalıktı bana ayrılan yer. O kuytuyu da kaybettikten sonra bu ülkede konaklamaya değer bir yer kalmamış demekti. Babil'in Asma Bahçeleri'nde öpülmemekten pas tutmuş dudaklar gördüm yerlere dökülmüşlerdi. İhtişamlı üzüm bağlarından geriye biri sıkılmaktan morarmış, diğeri sarkmış iki salkım üzüm kalmıştı... İniltilerin ne kesik kesik olanına, ne de uzun hava şeklinde olanına rastlanmıyordu. Bütün sevdiklerimi ölümle başlayan, yeniden dirilmekle biten bir yaşamın fihristesine kaydetmişleri.

Hayatı bütün bütün sevmeye çalıştımsa da, o beni sevdiklerimle parçalayıp yönetmeye çalıştı. O mektubu bilmem kaçıncı okuyuşum, içinde hala ne seni ne de beni bulabildim. "Bir şair öpüşmeyi bilmese ne olur ki öpüşmeyi yazabiliyorsa bu yetmez mi?" diyordu tensel iletişimi bilmeyen devrik kalemli bir şair. Şairlerin kendilerine şap, kalemlerine keçiboynuzu yalattırmış olmalılar... Bir şairin kalemiyle sevişip, teniyle uyumalı belki de...

Nikotinimsi bir tad... İçinde katran karası geleceği iple çeken ümitsiz bir kalp çarpıntısı. Eski bayramların tadı yok diye sitem etmiyorum çünkü, eski sevgililerin dudakları geçmişte kalmış silikonlu dudaklar ancak bu tadı verebilir. Geçmişin elemleri, geleceğin tasaları... Hani bu gününe ne oldu, onu neden yaşatmıyorsun.

Sen benim olmayan bir hayalin meyvesi olmasaydın ben dudak kilitlerimi çoktan kırmıştım. Bir günah işleyesim vardı dudaklarımı dudaklarından çekerek işledim işte...

İda’nın kolları

İda’nın kolları
Bekir Kale Ahıskalı
27 Haziran 2013 tarihli yazısı
Burası yeryüzünün saçlarının en gür olduğu yerler Göçmen kuşlar gagalarındaki güzellikleri bu güzelin kollarına bırakmış olmalı. Sarı Kız denizden çıkalı çok olmamış. Vücudundan süzülen tuzlu sular yerini tatlılığa bırakmış, toprak yeni uyanmış beden gibi hafif nemli.

İda; ayaklarının denize sokmuş keyif çatıyor. Deniz İda’yı oyalamak için sürekli dalgalarını gönderiyor. Az ile yetinmiyor İda, bu haliyle küçük Anadolu kadınına hiç benzemiyor.

İda’nın kollarında olmak Tanpınar’ın ifadesiyle 'Yavaş yavaş bir hülya adamı oldum.' dedirtiyor insana. Bir kere insana sadakatsiz sıfatını yapıştırtmıyor zirvesine tırmanmak, sinelerinin arasında yatmak ve edebiyatçı için artı hayaller katıyor bu güzelin kollarında olmak.

Bir yerlerinizden yaralanmışsanız eğer taze boynuzlanmış bir ilişkinin en temel merhemi İda. Hani saçlarını bedeninize şöyle bir serişi var ki ne varsa maziden getirdiğiniz birden döküveriyorsunuz kafanızdan. Tanrılar Troya Savaşı’nı buradan izler ve heyecandan ayağa kalkan tanrının ten ısısı sinmiştir. Sarı Kız dünyaya gelirken tüm Güre sancılanmış olmalı. Tarih öncesi ensestliğiyle ve yakın zamanın en sesliliğiyle dimdik durur İda.

Her gencin geleceğe yönelik hayali olan; Ahıska’da giyinik Sarı Gelin neyse bu kıyılarda çıplak Sarı Kız o. Yine de elleri terleyen gelinlerin tenlerini soğuttukları zirvelere sahip buralar. Öpülmekten Olivia dudaklı gelinler görürsünüz buralarda. İleri yaşlarına rağmen kadınlıktan kesilmeyen nineler ve olivia ağaçları kadar uzun yaşayan erkekler.

Düşlerin çok telaşların tek olduğu topraklar burası. Kulaklarımıza ansızın düşen “Hasan Boğuldu” çığlıklarına rağmen İda’da yaşama doyum olmaz. Öpünce moraran dudakları, nemlenince kesik kesik akmaya başlayan soluklar ile en arzulu bedenin kollarıyla sarar İda.