3 Şubat 2014 Pazartesi
2 Şubat 2014 Pazar
1 Şubat 2014 Cumartesi
30 Ocak 2014 Perşembe
29 Ocak 2014 Çarşamba
Hüzünlü
Hüzünlü
Hüzünlü baktığın aynalardan
Gözlerime cam kırıkları dökülür
Yüzünde bir tebessüm solsa
Ümitlerime salalar okunur
Bekir Kale Ahıskalı
İyi ki Olacaksın-35
Şehirler ve Dervişler
Şehirler ve Dervişler
Şehirleri önce semtlere ayırdık. Sonra mahallelerimizin adını koyduk. İçlerinden caddeler geçirdik. Yanlarına üvey evlatlar gibi sokaklar verdik ki caddelerin eteklerini bırakmayan elleri vardı. Sokakların caddelerden uzaklaştıkları diğer başlarında besleme gibi gecekondular vardı.
Gecekonduların tek gözlü odalarında başlarını öne arkaya sallayarak haz alan dışa kapalı içe derin dervişleri vardı.
Bildiğiyle amel eden, bildiği kadar mütevazi… Bilmediğiyle hükme kalkışmayan, durumdan vazifeler çıkarmayan, ayağı çarıklı, başı sarıklı yüreği yanık yiğitler vardı. Varlığa şükreden, darlığa sabreden diller taşıyorlardı. Bu dervişlerin dereceleri ne kadar yukarıysa başları o kadar eğik olurdu. Varlıkları sessiz, ölümleri habersiz olurdu.
Sonra bu mütevazi gecekonduların yerine kat kat binalar yapmaya başladık. Bilgimiz ne kadar az ise o kadar kibirli durmalarını sağladık. İçinden insan eşkallerinin geçtiği, beyinlerinde mütevazilikten eser olmayan insan modellerine uygun odaları olan, adına medeni dediğimiz insani yanları olmayan Ahmet efendinin oğlu ile Mehmet efendinin kızını evlendirerek bilmem ne efendi dediğimiz bir başka efendi modeli meydana getirdik.
Dervişlerin yerini efendilere tahsis ettik ama başları havada olan, gururlarıyla yapay tanrılığa soyunarak bizim güneşimizi kapattılar.
Yaratıcımızı belli ama kulluk edenimiz eksik olup insanlığımızı unutunca; kalbi dolu, dili dualı, mütevazilikten başları eğik olan eski dervişleri arar olduk.
Bekir Kale Ahıskalı
Geleceği İnşa Etmek-9
28 Ocak 2014 Salı
Bendeki tüm vuslatlar/ayrılıklar seni vuruyor
Bendeki tüm vuslatlar/ayrılıklar seni vuruyor
Sanma ki gurbet akşamlarında bir başımayım
Giysilerde, güzgülerde, gizlilerde hep sen varsın
Öyle dolduruyorsun ki beni
Bir avuntuya yer bırakmadan
Yüreğimi avuçlarına bırakıp gittim diye o şehirden
Gözlerini yıldızsız gecelere teslim etme
Bir boşluğa akıtma saçlarını
Acının yordamını bilerek geldim sana
Kaldırımlarında çocukların oynamadığı
Bir sokak kadar mahzun
Yapraklarını dolu vurmuş
Bir asma kadar çaresiz değiliz hâla
Kimselere gölge etmeden
Güneşi avuçlamaya çalışıyoruz
Yaşama gırtlağından tutunmaktır
Bütün mücadelemiz
Turnaların göç ettiği mevsim bizim değil
Yıllarını dört zamana bölmüş insanların sonbaharıdır
O şehirde gülmeyi bilen boyacı çocuklar oldukça
Biz tüm zamanı hüzünlü şehrin efkarlı sakinleri olmayacağız
Aşka burun kıvırmayan halimizle
Bizi de çekecek bir kahır buluruz elbet
Sen başka illerin hasret çektiği…
Göğsümde seni çağıran bir damar var
Beni bir tebessüm gibi ser dudaklarına
Aşkın yükünü bilerek sevdim seni
Bahçesinden koparılmış çiçek olmayı kabul edecek olsaydık
Bir güzelin saçlarına takılmaya itirazımız olmazdı
Bir kelebek yarası gibiydi solukların
Derin izler bıraktıyordu yüzümde
Bir gelinciğin yaprağına tutsak al gibiyim şimdi
Armağan edilecek tüm tebessümleri ateşe verip
Biz bu hayattan bir şeyi ödünç olmayacağız
Ellerimizi bir gece önceki düşte unutmasıydık eğer
Bize karşı şimşeklenen korsan sözcüklere
Bıçak gibi sokuluverirdik bir yerinden
Hükmü bilinmedik bir zamana bekletilse de sevdamız
Bendeki tüm vuslatlar/ayrılıklar seni vuruyor
Hükümsüz zamanı bilerek kaldım sana
Bekir Kale Ahıskalı
1 Ekım 2008
Sinhare yi Beklerken 38
Sanma ki gurbet akşamlarında bir başımayım
Giysilerde, güzgülerde, gizlilerde hep sen varsın
Öyle dolduruyorsun ki beni
Bir avuntuya yer bırakmadan
Yüreğimi avuçlarına bırakıp gittim diye o şehirden
Gözlerini yıldızsız gecelere teslim etme
Bir boşluğa akıtma saçlarını
Acının yordamını bilerek geldim sana
Kaldırımlarında çocukların oynamadığı
Bir sokak kadar mahzun
Yapraklarını dolu vurmuş
Bir asma kadar çaresiz değiliz hâla
Kimselere gölge etmeden
Güneşi avuçlamaya çalışıyoruz
Yaşama gırtlağından tutunmaktır
Bütün mücadelemiz
Turnaların göç ettiği mevsim bizim değil
Yıllarını dört zamana bölmüş insanların sonbaharıdır
O şehirde gülmeyi bilen boyacı çocuklar oldukça
Biz tüm zamanı hüzünlü şehrin efkarlı sakinleri olmayacağız
Aşka burun kıvırmayan halimizle
Bizi de çekecek bir kahır buluruz elbet
Sen başka illerin hasret çektiği…
Göğsümde seni çağıran bir damar var
Beni bir tebessüm gibi ser dudaklarına
Aşkın yükünü bilerek sevdim seni
Bahçesinden koparılmış çiçek olmayı kabul edecek olsaydık
Bir güzelin saçlarına takılmaya itirazımız olmazdı
Bir kelebek yarası gibiydi solukların
Derin izler bıraktıyordu yüzümde
Bir gelinciğin yaprağına tutsak al gibiyim şimdi
Armağan edilecek tüm tebessümleri ateşe verip
Biz bu hayattan bir şeyi ödünç olmayacağız
Ellerimizi bir gece önceki düşte unutmasıydık eğer
Bize karşı şimşeklenen korsan sözcüklere
Bıçak gibi sokuluverirdik bir yerinden
Hükmü bilinmedik bir zamana bekletilse de sevdamız
Bendeki tüm vuslatlar/ayrılıklar seni vuruyor
Hükümsüz zamanı bilerek kaldım sana
Bekir Kale Ahıskalı
1 Ekım 2008
Sinhare yi Beklerken 38
Çünkü biz hep böyle suskun ağlamayız
Çünkü biz hep böyle suskun ağlamayız
Firak hangimizin uzağı ki
Vuslat diğerimizin yakını olsun
Bir eşik görümlüğü olsa da mükafatımız
Ağulu tebessümlere alışmayalım
Hasretimizi çıt çıtlayarak
Suskunluklarımızı son hadde kadar kuşanıp
Biz böyle de sevebiliriz Sinhare
Hayatın yanlış yerinde duranlar için
Eskimiş bir levha gibidir sadakat
…ve derin bedenlerin
soluyan hırıltısı sanılmaktadır aşk
Ya mutlu olursa diye korkanlar
Bil(e)mezler parmağa takılan ikinci yüzük
Daha az zehirlidir birinci takılandan
Dil ucu intiharları gibi
Dudaklarında yakılmaya hazır
Aç ağıtlar besliyorlar
Gideceğimizi düşünenler
Biz saygıdan ellerine kapandıkça
Her köprüye bir dumrul koymuşlar
Tembihlerini kalplerimize değil de
Kulaklarımıza dolduruyorlar
Yüreklerimize kahırlar yüklüyorlar
Bir eşik görümlüğü olsa da mükafatımız
Biz bu ayrılığın çitlerini yıktık ya
Ölümün kapılarını da kırarız
…ve biz hep böyle suskun ağlamayız
Kollarımız bileklerinden acımaya başlayınca
Yüzümüzde yırtılan bir yan olmadığını anlayacak
… bakışları kadar yanılgı tadacaklar
Bizse susuşlarımız kadar kazanmış olacağız
Hayatın yanlış yerinde duranlar için
Kendilerinin işlemediği her cinayet murdar
…iç(e)medikleri her su ağulu
Sevgi denilen koridor mahpushane
Merhametse zavallıların kalp azığıdır
Hayat işte budur diyerek
Yüzme bilmeyen gemilere bindirmişler bizi
Başka hayatlarında olabileceği ışığı yansıtan
Deniz fenerini gördük diye kıyıda
Yüzme öğrenmemizden endişe ediyorlar
Bil(e)miyorlar
Yaşarken yalnız yaşayanların
Cenazelerinin kalabalık olmasının anlamsızlığını
Ama adına intihar dedikleri bu cinayette
Hem katil hem maktul olmayacağız
Çünkü biz
Varlığımızı tenhalara vurup…
... hep böyle suskun ağlamayız
Bekir Kale Ahıskalı
10 Eylul 2008
Sinhare yi Beklerken 37
Firak hangimizin uzağı ki
Vuslat diğerimizin yakını olsun
Bir eşik görümlüğü olsa da mükafatımız
Ağulu tebessümlere alışmayalım
Hasretimizi çıt çıtlayarak
Suskunluklarımızı son hadde kadar kuşanıp
Biz böyle de sevebiliriz Sinhare
Hayatın yanlış yerinde duranlar için
Eskimiş bir levha gibidir sadakat
…ve derin bedenlerin
soluyan hırıltısı sanılmaktadır aşk
Ya mutlu olursa diye korkanlar
Bil(e)mezler parmağa takılan ikinci yüzük
Daha az zehirlidir birinci takılandan
Dil ucu intiharları gibi
Dudaklarında yakılmaya hazır
Aç ağıtlar besliyorlar
Gideceğimizi düşünenler
Biz saygıdan ellerine kapandıkça
Her köprüye bir dumrul koymuşlar
Tembihlerini kalplerimize değil de
Kulaklarımıza dolduruyorlar
Yüreklerimize kahırlar yüklüyorlar
Bir eşik görümlüğü olsa da mükafatımız
Biz bu ayrılığın çitlerini yıktık ya
Ölümün kapılarını da kırarız
…ve biz hep böyle suskun ağlamayız
Kollarımız bileklerinden acımaya başlayınca
Yüzümüzde yırtılan bir yan olmadığını anlayacak
… bakışları kadar yanılgı tadacaklar
Bizse susuşlarımız kadar kazanmış olacağız
Hayatın yanlış yerinde duranlar için
Kendilerinin işlemediği her cinayet murdar
…iç(e)medikleri her su ağulu
Sevgi denilen koridor mahpushane
Merhametse zavallıların kalp azığıdır
Hayat işte budur diyerek
Yüzme bilmeyen gemilere bindirmişler bizi
Başka hayatlarında olabileceği ışığı yansıtan
Deniz fenerini gördük diye kıyıda
Yüzme öğrenmemizden endişe ediyorlar
Bil(e)miyorlar
Yaşarken yalnız yaşayanların
Cenazelerinin kalabalık olmasının anlamsızlığını
Ama adına intihar dedikleri bu cinayette
Hem katil hem maktul olmayacağız
Çünkü biz
Varlığımızı tenhalara vurup…
... hep böyle suskun ağlamayız
Bekir Kale Ahıskalı
10 Eylul 2008
Sinhare yi Beklerken 37
Hadi gel!… Bu demsiz hayatı yeniden demleyelim
Hadi gel!… Bu demsiz hayatı yeniden demleyelim
Martı çığlıkları gibi ;
cılız, kumral, kırılgan bir dalgayım kıyılarında
Haykırışlarım;
yüreğimin yankısız melodileri
İçinde bir çocuk bile büyütülmemiş, hiç sallanmamış beşik gibiyim
Yüreğim; üzerine bomba yağdırılmış sığınak gibi toz duman
Hadi gel!…
Ne bir artçısı
Ne de bir öncüsü olmayacak bu duyguların
Sallandığımız anı yakalamama yardım et
Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi
Misinaya aç balıklar gibi
Ölüme; ölümüne el ele koşalım
Akşamlar günün beni sevmeyen yanlarıdırlar
Bu sebeple hep serin durular gönül tepelerimde
Yıldızlar arkalarını döndüklerinde kaybolurlar
Gecenin karanlığına aldanma
Onlar bu iflah olmaz sevdaya küsmüşlerdir belki de
Nehirler sana akınca, geceler seni aklıyorlar
Gözlerim;
Kaynağından kurumuş nehir misali yatağına küsmüş
Kaymakla yoğrulmuş mısır unu yumuşaklığında;
Körfez yetimi dudaklarını arıyorlar
Hadi gel!…
Erkeksil bir alışkanlık değil bende ki
Sevdayı mermerden yataklara yatırıp
Gözyaşlarımızı taştan yastıklara düşürelim ki
Uyunmuş, ten ısısı sinmiş yatak kokusunu bende bileyim
Ne bir eksik ne bir fazla olmaz yaşam
Aldığı nefes kadar yaşar, verdiği nefes kadar ölür insan
Laflarını, arzularını, ihtiraslarını dudaklarında yıka öyle söyle
Söylenmeden iyice yıkanan sözler, söylenince gönül yıkamazlar
Demliğini sevmeyen çay tomurcuğu gibi mahpus
Demini almadan içilen çay gibi mahzun dudaklarınla
Hadi gel!…
Bu demsiz hayatı yeniden demleyelim
Bekir Kale Ahıskalı
Temmuz 2007
Canımdan Öte-28
SİNHARE isimli kitabımdan
27 Ocak 2014 Pazartesi
Ahıska sağırı vesper
Ahıska sağırı vesper
Ahıska sağırı vesper
İçi tasnifli
Dışı abartılı tasvirli bir bedenden gerisi
İptidai kavimlerin sanatıymış sanatım
Kulaklarım “Ahıska Sağırı”
Kör bir şairin gözleriymiş gözlerim
Dışa üflenen, içe çekilen
Her yanı yangın bu nefesim
Sömürgeci bir bakış kadar
Gözlerime bakan nazlı bir hasretten
Yere doğru akan duvarlar gördüm
Mayası bozulmuş insanlar gördüm
Tat alıyorlardı her türlü eylemden
Yeter ki içerisinde suç olsun
Hora giden herşey
Onlarda hoşa giden oluyordu
Katırın gerisini andıran sırıtışları vardı
Şimendifer gürültüsünü andırıyordu sesleri
Ne kadar puslu hava varsa
Hiçbirinden eksik olmuyorlardı
Malı esirgemeyene esir olan erkekler gördüm
Bire bin veriryordu yasadışı ilişkileri
Aklı dilinde
Dili belinde
Eli mahreminde
Düşlerinde şehvetini satan
Kasıklarından havlayan şairler gördüm
Sözde ağırbaşlı nam-ı uslu
Sözde sapına kadar namuslu
Arslan gibi kükrediğini sanan
Avluda uluyan çakallar gördüm
Ağızlarında işeyen kadınlar gibiydiler
İblisi yanları vardı ondan da beterdiler
Şaireler tanıdım
Ne alınları terliyor
Ne de gözleri nemleniyordu
Bir sızı düşmemişti gögüslerine
Memelerinden karanlık emziriyorlardı
Yanlarından hiçbir zaman ayırmadıkları
Terlemeyi bile unutmuş tenleri vardı
Sanki akan tüm nehirler onların arzularından oluşuyordu
Onlar öyle sanıyorlardı
Kimseden esirgemedikleri etleri vardı
Uçan kuşa kanadı kırık
Yaralı yatan ceylana dinleniyor derlerdi
Yenisi gelince öncekinin adına eski diyorlardı
Neresinden bakarsan bak iffetsizdiler
Salyaları gemilerin yüzeceği kadardı
Konuştukça tatmin oluyorlardı
Kiminin heryeri fahişeydi
Kiminin dudakları, kiminin gözleri
Pontus gibi deviniyorlardı
Aynı mevsimin kapısında nöbet tutuyorlardı
Her mevsim fahişeydiler
İblisi yanları vardı ondan da beterdiler
Kızıl tipler tanıdım
Parası olunca ya evlenen yada adam vuran
Yurdumun dağlarına tutunmuş bir sürü hainin
Salon marksistlerine peşkeş çekilmiş koltuklarını gördüm
Aynaya bakmayı bilmeyen ihtiyarların
Sapıklıklarının adına berdel diyorlardı
Babasından daha yaşlı adamlara
Bilmem kaçıncı eş olarak gelin verilen
Üzerine hiçbir şey farz olmayan kızları gördüm
Bunlara alkış tutan suhyeleri, akılsızları gördüm
Bekir Kale Ahıskalı
Mart 2010
Ahıska Sağırı Vesper Ahıska Üçlemesi
Sinhare 22
Suhye: Maskara
Pontus: Karadeniz
Vesper: Akşam Yıldızı
Ahıska sağırı vesper
İçi tasnifli
Dışı abartılı tasvirli bir bedenden gerisi
İptidai kavimlerin sanatıymış sanatım
Kulaklarım “Ahıska Sağırı”
Kör bir şairin gözleriymiş gözlerim
Dışa üflenen, içe çekilen
Her yanı yangın bu nefesim
Sömürgeci bir bakış kadar
Gözlerime bakan nazlı bir hasretten
Yere doğru akan duvarlar gördüm
Mayası bozulmuş insanlar gördüm
Tat alıyorlardı her türlü eylemden
Yeter ki içerisinde suç olsun
Hora giden herşey
Onlarda hoşa giden oluyordu
Katırın gerisini andıran sırıtışları vardı
Şimendifer gürültüsünü andırıyordu sesleri
Ne kadar puslu hava varsa
Hiçbirinden eksik olmuyorlardı
Malı esirgemeyene esir olan erkekler gördüm
Bire bin veriryordu yasadışı ilişkileri
Aklı dilinde
Dili belinde
Eli mahreminde
Düşlerinde şehvetini satan
Kasıklarından havlayan şairler gördüm
Sözde ağırbaşlı nam-ı uslu
Sözde sapına kadar namuslu
Arslan gibi kükrediğini sanan
Avluda uluyan çakallar gördüm
Ağızlarında işeyen kadınlar gibiydiler
İblisi yanları vardı ondan da beterdiler
Şaireler tanıdım
Ne alınları terliyor
Ne de gözleri nemleniyordu
Bir sızı düşmemişti gögüslerine
Memelerinden karanlık emziriyorlardı
Yanlarından hiçbir zaman ayırmadıkları
Terlemeyi bile unutmuş tenleri vardı
Sanki akan tüm nehirler onların arzularından oluşuyordu
Onlar öyle sanıyorlardı
Kimseden esirgemedikleri etleri vardı
Uçan kuşa kanadı kırık
Yaralı yatan ceylana dinleniyor derlerdi
Yenisi gelince öncekinin adına eski diyorlardı
Neresinden bakarsan bak iffetsizdiler
Salyaları gemilerin yüzeceği kadardı
Konuştukça tatmin oluyorlardı
Kiminin heryeri fahişeydi
Kiminin dudakları, kiminin gözleri
Pontus gibi deviniyorlardı
Aynı mevsimin kapısında nöbet tutuyorlardı
Her mevsim fahişeydiler
İblisi yanları vardı ondan da beterdiler
Kızıl tipler tanıdım
Parası olunca ya evlenen yada adam vuran
Yurdumun dağlarına tutunmuş bir sürü hainin
Salon marksistlerine peşkeş çekilmiş koltuklarını gördüm
Aynaya bakmayı bilmeyen ihtiyarların
Sapıklıklarının adına berdel diyorlardı
Babasından daha yaşlı adamlara
Bilmem kaçıncı eş olarak gelin verilen
Üzerine hiçbir şey farz olmayan kızları gördüm
Bunlara alkış tutan suhyeleri, akılsızları gördüm
Bekir Kale Ahıskalı
Mart 2010
Ahıska Sağırı Vesper Ahıska Üçlemesi
Sinhare 22
Suhye: Maskara
Pontus: Karadeniz
Vesper: Akşam Yıldızı
26 Ocak 2014 Pazar
Sadakat Bozuğu Bir Renk
Sadakat Bozuğu Bir Renk
Bütün yeşilleri unutulan
Bir karpuz gibi hançerlenen
Bütün kırmızıları kesilen benim
Bedevi duygulu bir aşka peşkeş çekilen
Secdeden sonra kenara atılan seccade benim
Vakit aşk artığı bir vakit
Renk sadakat bozuğu bir renk
Duyguları çarmıha gerilen şairim
Elimden gelen tek şey budur
Bir kere kara toprağa baktı ya yüzüm
Belki bir aşk daha çıkar diye
Bitik aşkların neyi varsa topluyorum
Bekir Kale Ahıskalı
İyi ki Olacaksın-5,
BİR ELİF MİKTARI isimli kitabımdan
Bana gülüşün lazım, gözlerin bahanedir
Bana gülüşün lazım, gözlerin bahanedir
Ağlarım, yüklü bulutlar gibi öyle bakma yüzüme
Sesinin hıçkırıktan sütunlarını yıkma kulaklarıma
Gülemem bir daha, bu kadar derinden yaralıyken
İçine kapama sana damar damar susayan yüreğimi
Sevemem bir daha, seni ağlarken gören gözlerimi
Bedenimi arsızca esen yele ver de ele verme beni
Bana gülüşün lazım, gözlerin bahanedir
Ağlarım....yüklü bulutlar gibi öyle bakma yüzüme
Zakkumlar dökülsün yüreğime baykuş gagasından
Kabaran denizler kapsın yüzme bilmeyen kalbimi
İstersen sürgün et, bir yolculuğa daha başlat beni
Sana geldiğim kadar uzun sürmez bu dönüş çilem
Eriyeyim hastanın dudağında tükenen soluk gibi
Bu mermerden yalnızlıkları da eritirim bağrımda
Bana gülüşün lazım, gözlerin bahanedir
Ağlarım....yüklü bulutlar gibi öyle bakma yüzüme
Gölgesine yuva kurdum varlığındaki yokluğunun
Ellerimi parçaladı içimden sözcüklere dökülüşün
Kırlangıç kanadı kadar mahremin kalmasın istedim
Kaç harita yıprattım gözlerimde sana geleyim diye
Acıyan yanlarım da oldu yanılgılarımın yanığından
Bedenin değil beni sevdaya gebe koyan ne de ellerin
Bana gülüşün lazım, gözlerin bahanedir
Ağlarım....yüklü bulutlar gibi öyle bakma yüzüme
Bize suskunluk erdeminin suçunu yüklüyorlar
Darağacında bekletiliyoruz suçumuzu bilmeden
Ölesi yalnızlıklara gebe bırakılırken kirpiklerimiz
Nice umutlar taşıdı yüreğimiz hepsi de imkansızdı
Yılmadık beynimize çöreklenen kıpırtılı acılardan
Yeter ki müstehcen bir yanılgı denilmesin bu aşka
Bana gülüşün lazım, gözlerin bahanedir
Ağlarım....yüklü bulutlar gibi öyle bakma yüzüme
Al yanaklım… gülen yüzüm… gül yüreklim
Yine yıldırımlar çakacak gibi durmasın gözlerin
Gözlerini hasretinden eriyen gözlerime çevir de bak
Bana gülüşün lazım , gözlerin bahanedir
Ağlarım… yüklü bulutlar gibi öyle bakma yüzüme
Bekir Kale Ahıskalı
2008
Sinhare yi Beklerken 36
BİR ELİF MİKTARI isimli kitabımdan
25 Ocak 2014 Cumartesi
Göğsüne bir nem düşer
Göğsüne bir nem düşer
Odana süzülen gecenin kulaklarında
Bir kapı gıcırtısı kadar yer tutamıyorum
Ellerinden kayıp giden köpük misali
Yalnızlığımın eteklerinden süzülüyorum
Sokakları süpüren yağmurlar gibiyim
O an sevilecek
Sonra unutulup gideceğim
Yine ayrılığın baharı gelecek
Ben bu yalnızlığımla bir güne, bir yıla sığamayacağım
Sense kendine katamayacaksın beni
Ben Aralık çocuğuyum
Hazanı örten benim
Bu yüzden senden daha suskunum
Seni Şubat doğurmuş
Benden daha yakınsın bahara
İlkini başkasının söylediği
Kulluğuna bakire sözlerimin
Sinesini aç bak
Koca bir yalnızlığın yüzünde
Sığ tebessümler gezinir
Bağrında gizlenense kahırdır
Bu uzaklık tekin değil
Sana dair yaşamadığım çok şey var
Belki de kendine itiraf edemediğin bir yanılgıyım
Bakışlarımızdan ne artırabildik ki
Bir avuç içtenlikten başka
İnsan tarif edemiyor
Öpmediği dudakların tadını
Bir gece kaç dudak boyu yoldur
Bir tende ayışığı nasıl durur
Yatak dolusu terleme nasıl olur
Bunu hiç bilemiyor
Çözdükçe düğümlenir iplik
Her göz kendi rüyasını görür
Bu ayrılığın harcını iyi kardılar
Seni en uzağıma yazmışlar işte
Son ah!..ımı da az önce çektim
Umudumun bedelidir hasret
Saçlarımda ağaran sabırdır
Yarım kalan şiirlere benzetiyorum bizi
Eskiye meze olan yeni-yiz biz
Kimse değil biz besteledik bu uzaklığı
Tepesi atmadıkça bir eskinin
Ben hep yeni kalırım sende
Kör olası gözlerim
İçeriden bakan gözlerini hiç görmediler
Göğsüne bir nem düşer
…ve sinelerin
içeriden bakan gözlerin olur senin
Bekir Kale Ahıskalı
Şubat 2009
BİR ELİF MİKTARI isimli kitabımdan
Tenlerimizi bir mübarek çimlenmeye terk etmeksizin…
Tenlerimizi bir mübarek çimlenmeye terk etmeksizin…
Katre iken yakıcı bakışların /m
Zerre iken tar-u mar eden gülüşlerin /m
Saçları öpen meltem iken solukların /m
Kollarını açıp yalvaran bir ağaç gibi
Kalbimin bütün kapılarını açıp
Sana doğru koşabilmeyi isterdim
…şimdi koştuğum tüm yönlerde sen varsın
Kaneviçeleşen sözcüklerle
Yalancı saadetler elde etmeden
Kerhen gayr-i aşki istikamete itilip
Aydınlıklarımı karartmadan
Sahrada Men-ü selva beklemeden
Kayaların bağrını tırnaklarımla kazıp
Ab-ı hayatımı bulabilmeyi isterdim
…şimdi sarf ettiğim tüm emeklerde alın terimsin
Kalbim semavi bir gökkuşağının altından geçiyor
Sevdan beni türlü renklere boyadı
Sesin beni en çıkılmaz vadilerde bile
Sığınılacak bir gelin edasıyla karşılıyor
Gözlerim her gülüşünle bir ölüm uykusundan uyanıyor
Avuçlarının içini öptükçe
Soluklarının musikisini duyuyorum
Ruhuma terk ettiğin tatlı sessizlikten anlıyorum
Her sessizlik ürkütücü değilmiş meğer
…şimdi yalnızlıklarımın tümünde bir senfonisin
Zamanın dişleri arasında aşınıp giden
Değer etmeyen şeylere gönül kaptırmadan
Esintili ilhamlara büyüdü kalbim
Kılıçlarla yaralanmam artık
Bilinen/beklenen bir şafağı
En gür sadalarla duyurup
Ateşlerle yanmayan bir sevdanın düşlerini görüyorum
…şimdi özümdeki her kıpırtıda bir ölümsüzlüksün
Sinhare/m
/gülüşlerin cennete açılan kapılar gibi…
Tenlerimizi bir mübarek çimlenmeye terk etmeksizin
İftarda bir ezan sesiyle helal kılınan
dudaklarını ilk öpen su ben olmak istiyorum
...ve şimdi senden sislerimi dağıtacak bir sada bekliyorum
Bekir Kale Ahıskalı
06 Eylul 2008
Sinhare yi Beklerken 37
Katre iken yakıcı bakışların /m
Zerre iken tar-u mar eden gülüşlerin /m
Saçları öpen meltem iken solukların /m
Kollarını açıp yalvaran bir ağaç gibi
Kalbimin bütün kapılarını açıp
Sana doğru koşabilmeyi isterdim
…şimdi koştuğum tüm yönlerde sen varsın
Kaneviçeleşen sözcüklerle
Yalancı saadetler elde etmeden
Kerhen gayr-i aşki istikamete itilip
Aydınlıklarımı karartmadan
Sahrada Men-ü selva beklemeden
Kayaların bağrını tırnaklarımla kazıp
Ab-ı hayatımı bulabilmeyi isterdim
…şimdi sarf ettiğim tüm emeklerde alın terimsin
Kalbim semavi bir gökkuşağının altından geçiyor
Sevdan beni türlü renklere boyadı
Sesin beni en çıkılmaz vadilerde bile
Sığınılacak bir gelin edasıyla karşılıyor
Gözlerim her gülüşünle bir ölüm uykusundan uyanıyor
Avuçlarının içini öptükçe
Soluklarının musikisini duyuyorum
Ruhuma terk ettiğin tatlı sessizlikten anlıyorum
Her sessizlik ürkütücü değilmiş meğer
…şimdi yalnızlıklarımın tümünde bir senfonisin
Zamanın dişleri arasında aşınıp giden
Değer etmeyen şeylere gönül kaptırmadan
Esintili ilhamlara büyüdü kalbim
Kılıçlarla yaralanmam artık
Bilinen/beklenen bir şafağı
En gür sadalarla duyurup
Ateşlerle yanmayan bir sevdanın düşlerini görüyorum
…şimdi özümdeki her kıpırtıda bir ölümsüzlüksün
Sinhare/m
/gülüşlerin cennete açılan kapılar gibi…
Tenlerimizi bir mübarek çimlenmeye terk etmeksizin
İftarda bir ezan sesiyle helal kılınan
dudaklarını ilk öpen su ben olmak istiyorum
...ve şimdi senden sislerimi dağıtacak bir sada bekliyorum
Bekir Kale Ahıskalı
06 Eylul 2008
Sinhare yi Beklerken 37
Bana sevinebileceğim bir şey getir yeter ki
Bana sevinebileceğim bir şey getir yeter ki
/...köhneleşir zaman
Etleri dökülür avuçlarımıza saklanan korkuların
Bir kalemde kapatırız geçmişle olan hesabı
İndiririz yüzümüzdeki çatık kaş levhalarını
Uykularımıza saklanan ölü düşleri temizleriz
Dudaklarımıza sığınır yorgun soluklarımız
Al yanaklı bir gelincik olur dudağımdaki adın
/...değişir mevsim
Hiçbir hükmü kalmaz yalnızlığımıza kıyılan nikahın
Her şeyimizin olduğu gibi
El değmemiş umutlarımızın da bohçası açılır bir gün
Göçe zorlarız solgun yüzlü ayrılıklarımızı
Göğsünde ağırlarsın ılgın yüzlü soluklarımı
Çocuk yüzlü bir zambak olur kulağımdaki sesin
/...yaşanır an
Güneşe ihtiyaç duymayan gölgesiz güzelliğin
Kaç kez öldüğümüzü saymadan yeniden doğar gözlerimizde
Bir başka yalnızlığa yetmeyecek kadar karışır bedenlerimiz
Hiçbir çapraz sallantıya yenilmeden bu aşk
Gün beyazmış… gece karaymış masallarına aldırmadan
Büyüttüğümüz kadar büyük yaşarız bu sevdayı
Aynalarda yorulur bize suret koyamamaktan
Tarifsiz bir güzellik olur gözlerimdeki aks’in
/...yutkunur gökyüzü
Gökyüzü kimsenin adına yağmur yağdırmazken
Çekilecek acılar adrese teslim olunsalar da
İçimizden bir mekan vermek zorunda olmadan acılara
Balkon demirlerinden sarkan çocuklarımız için
Kalp atışlarımızda aynı tasayı taşır
Acılarda olduğu gibi selamete eren her işimizde de
Göz bebeklerimizde buhardanlıklar kaynatırız
Gözlerin; onları ağlatma
Ben gelinceye kadar ela gözlerini karantinaya al yeter
Solukların yüzüme akan şelale olurlar
Yatağına sığmayan bir nehir olur yüzümdeki soluğun
/...çukurlaşır gamzeler
Yanaklarına saplanan gamzelerin gülmeyi unutmasın
Biz ne kadar çok seversek
Gamzelerin o kadar çukurlaşacak Sinhare
Ben seni sevdiğimde gelincik mevsimiydi
Adın bana gizlice verilmiş bir armağandı
Fotoğraf tutsaklığında güzelliğinin
Yaralarıma merhem olacağını bilmiyordum
Eklem yerlerimdeki sızı diner mi
Gözlerine yaslasam kalbimi
Sektesiz bir nabız olur damarımdaki devarânın
/...kuşatılır ruh
Eksik yaşamıştır her çınar
Yıllara meydan okuduktan sonra
Kehribari bir yangında tükenmeyi öğrenmediyse eğer
Nereye aktığını kime yâr olacağını bilmiyorsa bir su
Yüzündeki köpüğü beyaz olsa ne çıkar ki
Seven bir kalbin yalnız ölmeye hakkı yoktur
Sevmelerin öteki yüzünde
Yalnız kendine ölen bencildir
İstersen dudağımda ad ol
…/kulağımda ses
Yahut gözlerimde aks et
…/yüzümde soluklarını savur
Ya da damarımda devaran eden kanım ol
Bana sevinebileceğim bir şey getir yeter ki
Neyim olmak istersen eğer, o’yum ol
Dünyalara sığmayan bir aşk olur bendeki varlığın
(Sinhare; hasretle beklediğim, ruhumun fatihi)
Bekir Kale Ahıskalı
12 Eylül 2008
Sinhare yi Beklerken 34
/...köhneleşir zaman
Etleri dökülür avuçlarımıza saklanan korkuların
Bir kalemde kapatırız geçmişle olan hesabı
İndiririz yüzümüzdeki çatık kaş levhalarını
Uykularımıza saklanan ölü düşleri temizleriz
Dudaklarımıza sığınır yorgun soluklarımız
Al yanaklı bir gelincik olur dudağımdaki adın
/...değişir mevsim
Hiçbir hükmü kalmaz yalnızlığımıza kıyılan nikahın
Her şeyimizin olduğu gibi
El değmemiş umutlarımızın da bohçası açılır bir gün
Göçe zorlarız solgun yüzlü ayrılıklarımızı
Göğsünde ağırlarsın ılgın yüzlü soluklarımı
Çocuk yüzlü bir zambak olur kulağımdaki sesin
/...yaşanır an
Güneşe ihtiyaç duymayan gölgesiz güzelliğin
Kaç kez öldüğümüzü saymadan yeniden doğar gözlerimizde
Bir başka yalnızlığa yetmeyecek kadar karışır bedenlerimiz
Hiçbir çapraz sallantıya yenilmeden bu aşk
Gün beyazmış… gece karaymış masallarına aldırmadan
Büyüttüğümüz kadar büyük yaşarız bu sevdayı
Aynalarda yorulur bize suret koyamamaktan
Tarifsiz bir güzellik olur gözlerimdeki aks’in
/...yutkunur gökyüzü
Gökyüzü kimsenin adına yağmur yağdırmazken
Çekilecek acılar adrese teslim olunsalar da
İçimizden bir mekan vermek zorunda olmadan acılara
Balkon demirlerinden sarkan çocuklarımız için
Kalp atışlarımızda aynı tasayı taşır
Acılarda olduğu gibi selamete eren her işimizde de
Göz bebeklerimizde buhardanlıklar kaynatırız
Gözlerin; onları ağlatma
Ben gelinceye kadar ela gözlerini karantinaya al yeter
Solukların yüzüme akan şelale olurlar
Yatağına sığmayan bir nehir olur yüzümdeki soluğun
/...çukurlaşır gamzeler
Yanaklarına saplanan gamzelerin gülmeyi unutmasın
Biz ne kadar çok seversek
Gamzelerin o kadar çukurlaşacak Sinhare
Ben seni sevdiğimde gelincik mevsimiydi
Adın bana gizlice verilmiş bir armağandı
Fotoğraf tutsaklığında güzelliğinin
Yaralarıma merhem olacağını bilmiyordum
Eklem yerlerimdeki sızı diner mi
Gözlerine yaslasam kalbimi
Sektesiz bir nabız olur damarımdaki devarânın
/...kuşatılır ruh
Eksik yaşamıştır her çınar
Yıllara meydan okuduktan sonra
Kehribari bir yangında tükenmeyi öğrenmediyse eğer
Nereye aktığını kime yâr olacağını bilmiyorsa bir su
Yüzündeki köpüğü beyaz olsa ne çıkar ki
Seven bir kalbin yalnız ölmeye hakkı yoktur
Sevmelerin öteki yüzünde
Yalnız kendine ölen bencildir
İstersen dudağımda ad ol
…/kulağımda ses
Yahut gözlerimde aks et
…/yüzümde soluklarını savur
Ya da damarımda devaran eden kanım ol
Bana sevinebileceğim bir şey getir yeter ki
Neyim olmak istersen eğer, o’yum ol
Dünyalara sığmayan bir aşk olur bendeki varlığın
(Sinhare; hasretle beklediğim, ruhumun fatihi)
Bekir Kale Ahıskalı
12 Eylül 2008
Sinhare yi Beklerken 34
Ben sevda yetimi miyim bu şehirde
Ben sevda yetimi miyim bu şehirde
I-
Azgın yelleri yoran solukların nerede
Uykularla barışmayan gözlerini düşünürken
Gökyüzünü soluğumla makaslıyorum
Sinhare bu yollar sana uzuyor da...
Sana yine mi geç kaldım yoksa
Neden orada değilim
Neden burada değilsin
Benim neyim eksik
Ben kimin yolcusuyum bu yollarda...
II-
Burnumun direğini sarhoş eden o güzel kokun nerede
Gökyüzüne uçurduğun tebessümleri kim topluyor
Neden buseler yamanmıyor dudaklarıma
Sinhare bahçeler sana uzanıyor da ...
Kokuna yine mi geç kaldım yoksa
Huzur orada
Hızır da orada
Benim neyim eksik
Ben kimin bülbülüyüm bu bahçede...
III-
Bana açılacak bir çift kol yok mu?
Her yolun bir yolcusu
Her yolcunun gittiği bir yolu vardı
Nereye giderlerse gitsinler gidene sallanan eller
Nereden gelirlerse gelsinler kucak açıyorlar
Ne yolcu olabildim
Ne hancı olabildim
Benim neyim eksik
Ben kimin misafiriyim bu handa...
IV-
İnsanoğlu neleri adlandırıyor değil mi?
Köylüm... Kasabalım diyerek kimlere alışıyor
Ne acılara tad katıyor
Kimlere katlanıyor ar'ını ad'ını bilmeden
Bana neden bir ad konulamıyor
Ar/sızı orada ağırlanıyor
Ad/sızı orada ağırlanıyor
Benim neyim eksik
Ben kimin adsızıyım bu dünyada...
V-
Sahipsizler sana sığınıyor
Sana sığınanların bir sahibi oluyor
Bir el tutumu kadar sığınamıyorum sana
Sözde huzur bedeli ödenmiş bir otel odasında
Havayı soluğumla makaslıyorum
Sahipsizim
Sahiplenenim yok
Benim neyim eksik
Ben kimin misafiriyim bu şehirde
VI-
...ve ben de biliyorum
En güzel ikramlar gece yapılır
Gündüzler kadar helalin
Geceler kadar yabancın oluyorum bu şehirde
Nereden bakarsan bak
Ya kendime kahroluyorum
Ya da sana kahır oluyorum
Benim neyim eksik
Ben sevda yetimi miyim bu şehirde
(Sinhare hangi yağmur yıkar benim bu yetim yüreğimi)
Bekir Kale Ahıskalı
20 Ağustos 2008
Sinhare'yi Beklerken 52
I-
Azgın yelleri yoran solukların nerede
Uykularla barışmayan gözlerini düşünürken
Gökyüzünü soluğumla makaslıyorum
Sinhare bu yollar sana uzuyor da...
Sana yine mi geç kaldım yoksa
Neden orada değilim
Neden burada değilsin
Benim neyim eksik
Ben kimin yolcusuyum bu yollarda...
II-
Burnumun direğini sarhoş eden o güzel kokun nerede
Gökyüzüne uçurduğun tebessümleri kim topluyor
Neden buseler yamanmıyor dudaklarıma
Sinhare bahçeler sana uzanıyor da ...
Kokuna yine mi geç kaldım yoksa
Huzur orada
Hızır da orada
Benim neyim eksik
Ben kimin bülbülüyüm bu bahçede...
III-
Bana açılacak bir çift kol yok mu?
Her yolun bir yolcusu
Her yolcunun gittiği bir yolu vardı
Nereye giderlerse gitsinler gidene sallanan eller
Nereden gelirlerse gelsinler kucak açıyorlar
Ne yolcu olabildim
Ne hancı olabildim
Benim neyim eksik
Ben kimin misafiriyim bu handa...
IV-
İnsanoğlu neleri adlandırıyor değil mi?
Köylüm... Kasabalım diyerek kimlere alışıyor
Ne acılara tad katıyor
Kimlere katlanıyor ar'ını ad'ını bilmeden
Bana neden bir ad konulamıyor
Ar/sızı orada ağırlanıyor
Ad/sızı orada ağırlanıyor
Benim neyim eksik
Ben kimin adsızıyım bu dünyada...
V-
Sahipsizler sana sığınıyor
Sana sığınanların bir sahibi oluyor
Bir el tutumu kadar sığınamıyorum sana
Sözde huzur bedeli ödenmiş bir otel odasında
Havayı soluğumla makaslıyorum
Sahipsizim
Sahiplenenim yok
Benim neyim eksik
Ben kimin misafiriyim bu şehirde
VI-
...ve ben de biliyorum
En güzel ikramlar gece yapılır
Gündüzler kadar helalin
Geceler kadar yabancın oluyorum bu şehirde
Nereden bakarsan bak
Ya kendime kahroluyorum
Ya da sana kahır oluyorum
Benim neyim eksik
Ben sevda yetimi miyim bu şehirde
(Sinhare hangi yağmur yıkar benim bu yetim yüreğimi)
Bekir Kale Ahıskalı
20 Ağustos 2008
Sinhare'yi Beklerken 52
Gücü Harflere Yeten Bir Cümle Aciziyim..
Gücü Harflere Yeten Bir Cümle Aciziyim..
Gücü harflere yeten bir cümle aciziyim. Ne ye yarar hiç okunmayacak romanı yazmış olsam. Yada hiç olmasam! Kelimelerimi yiyen bir kurtken hüzün, dilimi cümleye yaslayamam. Bu yüzden hep devrilir kelimelerim. Ağır aksak bir dil sürçmesi bulur hikayemi ve kalem en çok bu yazgıya yenilir.
Kimseler bilmez aslını. Zordur kırmızı ışıkların durmamak için varolduğu bir şehirde, soluklanacak cümle kurmak. Birbirini ezerek koşan harfler,
sayfada hep aynı bağırışlarda, ''neden geldim''!..
Cevabı olmayan soruları yalanlayan en büyük doğrudur, yirmi dokuzu da birbirine anlamsız bakan alfabe. Sen nerden geldin der gibi bakarlar anlamını anlayamadıkları cümlelerle beraberliklerine.
Bazen olur. Bülbül susar, gül kokusunu için(m)de tutar.
Ucu sivrilen kalemin neden kırıldığını anlayamaz yazar. Mürekkebi kan olur,
yazmak en soğuk duruş yüzünde.Ve küser ölüm, cansız bir kalemde tekrar edilen eceline.
Altı çizili yazmak vardı,önemli notlar düşmek soluk sayfalara.
Yaşamak vardı silginin kendi bozuğunu düzeltemediği soru işaretsiz bir imlada.
Ama olmadı. Kalem kustukça içindekini, sızlandı harfler. Ne gariptir önü kesik cümleler uzun zamandır hep bu hal üzereler&
Ben anlattım bunları. Geç kalınmış gecelerde, göğe esir ay'ın izinde.
Bilseydim sıra bana gelecek, hüznü malum duruşlarda keserdim kelamın bileğini. Ardına üç nokta koyduğum yazgımda silerdim, inadıma acı yazan kalemin alfabesini&
Kaldırım üstü düşlerimi yazdım sayfalara. Kederi yaktım, elde var hüznü düş tacirlerine sattım. Konuşurken çıkmayan sesimi, kalemimle kalabalık gösterilere bağırdım&
Bela aşkın ta kendisi!
Kundaklanan cümlelerle yazılıyor devrik romanım.Bana kalan nizamı bozuk bir sayfayken, acıyı cümleme ayraç yaptım..
Dil,
bilgisinden sınandı.Alfabe eksik var mı sorgusunda harflerinden.
Hepsi tamamdı ..
Ve lakin bir tek gariplik vardı..
Yazılanlar yazıcıdan çokça uzaktaydı
Bekir Kale Ahıskalı
2001
İkinci Mana-8 (Cümle Acizi)
Gücü harflere yeten bir cümle aciziyim. Ne ye yarar hiç okunmayacak romanı yazmış olsam. Yada hiç olmasam! Kelimelerimi yiyen bir kurtken hüzün, dilimi cümleye yaslayamam. Bu yüzden hep devrilir kelimelerim. Ağır aksak bir dil sürçmesi bulur hikayemi ve kalem en çok bu yazgıya yenilir.
Kimseler bilmez aslını. Zordur kırmızı ışıkların durmamak için varolduğu bir şehirde, soluklanacak cümle kurmak. Birbirini ezerek koşan harfler,
sayfada hep aynı bağırışlarda, ''neden geldim''!..
Cevabı olmayan soruları yalanlayan en büyük doğrudur, yirmi dokuzu da birbirine anlamsız bakan alfabe. Sen nerden geldin der gibi bakarlar anlamını anlayamadıkları cümlelerle beraberliklerine.
Bazen olur. Bülbül susar, gül kokusunu için(m)de tutar.
Ucu sivrilen kalemin neden kırıldığını anlayamaz yazar. Mürekkebi kan olur,
yazmak en soğuk duruş yüzünde.Ve küser ölüm, cansız bir kalemde tekrar edilen eceline.
Altı çizili yazmak vardı,önemli notlar düşmek soluk sayfalara.
Yaşamak vardı silginin kendi bozuğunu düzeltemediği soru işaretsiz bir imlada.
Ama olmadı. Kalem kustukça içindekini, sızlandı harfler. Ne gariptir önü kesik cümleler uzun zamandır hep bu hal üzereler&
Ben anlattım bunları. Geç kalınmış gecelerde, göğe esir ay'ın izinde.
Bilseydim sıra bana gelecek, hüznü malum duruşlarda keserdim kelamın bileğini. Ardına üç nokta koyduğum yazgımda silerdim, inadıma acı yazan kalemin alfabesini&
Kaldırım üstü düşlerimi yazdım sayfalara. Kederi yaktım, elde var hüznü düş tacirlerine sattım. Konuşurken çıkmayan sesimi, kalemimle kalabalık gösterilere bağırdım&
Bela aşkın ta kendisi!
Kundaklanan cümlelerle yazılıyor devrik romanım.Bana kalan nizamı bozuk bir sayfayken, acıyı cümleme ayraç yaptım..
Dil,
bilgisinden sınandı.Alfabe eksik var mı sorgusunda harflerinden.
Hepsi tamamdı ..
Ve lakin bir tek gariplik vardı..
Yazılanlar yazıcıdan çokça uzaktaydı
Bekir Kale Ahıskalı
2001
İkinci Mana-8 (Cümle Acizi)
Gözlerinin dibini bulduğum an
Gözlerinin dibini bulduğum an
Bana aşkı öğreten tebessümleri, bir bakışına dilenci eden gülüşleri vardı. O gülünce kale kapılarım ardına kadar açılırdı. Gözlerini kapamasını söyledim çünkü o bakarken yapamayacağım bir şeyi yapmak istiyordum. Gözleri gözlerime değerse kalbim bedenimi sarsabilir, dizlerimin bağı çözülür ve dizlerinin dibine yığılabilirdim.
Dönen dünyada dönmeyen tek şeydi kavlim. Gözlerini kapadı ellerimi arkadan öne doğru uzatıp boynunun önünde halka yaptım. Bitmesini hiç istemediğim ama gücüm tükenmeden bitireyim dediğim bir acelecilikle sürekli gönül çukurunun önünde duracak zincirin uçlarını birleştirdim.
O kolyeyi vitrinde gördüğüm ilk an boğazın iki yakasını andıran boynuna çok yakışacağını düşünmüştüm. Üzerine de dudaklarına en çok yakışan en içten temennimizi yöresel bir yanlışlıkla “iy ki olacaksın” diye yazdırmıştım.
Koca şehir şahit olmak için oradaydım. Ve yine koca bir şehir şahittir buna benim en mutlu olduğum an gözlerinin dibini bulduğum andır.
Bekir Kale Ahıskalı
İyi ki olacaksın-9
05 Eylül 2011
Bana aşkı öğreten tebessümleri, bir bakışına dilenci eden gülüşleri vardı. O gülünce kale kapılarım ardına kadar açılırdı. Gözlerini kapamasını söyledim çünkü o bakarken yapamayacağım bir şeyi yapmak istiyordum. Gözleri gözlerime değerse kalbim bedenimi sarsabilir, dizlerimin bağı çözülür ve dizlerinin dibine yığılabilirdim.
Dönen dünyada dönmeyen tek şeydi kavlim. Gözlerini kapadı ellerimi arkadan öne doğru uzatıp boynunun önünde halka yaptım. Bitmesini hiç istemediğim ama gücüm tükenmeden bitireyim dediğim bir acelecilikle sürekli gönül çukurunun önünde duracak zincirin uçlarını birleştirdim.
O kolyeyi vitrinde gördüğüm ilk an boğazın iki yakasını andıran boynuna çok yakışacağını düşünmüştüm. Üzerine de dudaklarına en çok yakışan en içten temennimizi yöresel bir yanlışlıkla “iy ki olacaksın” diye yazdırmıştım.
Koca şehir şahit olmak için oradaydım. Ve yine koca bir şehir şahittir buna benim en mutlu olduğum an gözlerinin dibini bulduğum andır.
Bekir Kale Ahıskalı
İyi ki olacaksın-9
05 Eylül 2011
Şairlerin Mirası
Şairlerin Mirası
Bir şaire ilk önce annesi beddua eder. Sonra eşi sayar, söver.
Bekir Kale Ahıskalı
Türk şairleri, yazarları, ressamları yaşam defterlerini kapattılar mı, eserleri gibi evleri de, eşyaları da ortada kalır. Kitapları çürür ya da ikinci el kitapçılara kelepir olarak satılır. Şaire ait ne varsa, parmak izleri dahil her şey silinir. Çoğu zaman çocukları da şiirin ve sanatın dışında olduklarından kıymetleri bilinmez. Ülkemizde şairlere pek değer verilmediğinden hayatları ekseriyetle sefil geçtiğinden önce anneleri çok para getirecek iş yapmadık rahat hayat sürememekten sebep şair annelerinin dudağına beddualar gelir gelir gider. Ne zaman sıkıntılar katlanamayacak hal alır o zaman o beddualar başka kulaklara çarpmaya başlarlar. Eş ve çocuklarından yana da aynı durumdan sebeplenir şair milleti. Bakmayın ölümü daha sıcakken arkasından iyi adamdı söylemlerine… Bir şairin eserlerinin kıymet kazanabilmesi için şöyle en azından bir elli yıl geçmesi gerekir. O zaman geçtiğinde ise kitaplarından, şiirlerinden ve dostlarından hayatta kalan kırıntılar toparlanmaya başlanır. Acıdır bu…
Her şair önce yaşamında sonra da ölümünün ilk elli yılında ” kaderine terk edilir.” Ben de bir şairin evinin sözcük uğultusu ve çarpışmalarıyla dolu olduğuna inananlardanım. Aşkların o evde dolaşıp durduğuna, yaşanmamışlıkların iç çekişlerine rastlanabileceğine… O evlerdeki mürekkep izlerinin bile silinmemesi, korunması gerekir. Ben hiç olmazsa son yüzyıl şairlerinin evlerinin anıtlar kadar, parklar kadar çok biliniyor olmasını isterdim. Nazım Hikmet’in evinin, Mehmet Akif’in sefalethanesinin, Necip Fazıl’ın hem gençlik yıllarının hem de daha sonraki yıllarında yaşadığı evlerin sokakların müzeleşmesi gerektiğine inanıyorum.
Türk hükumetleri bu konuda hayli beceriksizler. Daha doğrusu Türk Siyasetçisi kendi isimlerini, parti liderlerinin isimlerin vermekten başka iş yapmamakta. Türk siyaseti ortak şairlerinde bile uzlaşamamakta… Dünyanın başka ülkelerinde bu kadar bağnaz, yobaz, dar düşünen, başka hükumetleri var mıdır? Diktatörlüklerin bile bundan daha geniş ufukları olduğu kanaatindeyim. Bir şairin, yazarın ölümünün üzerinden yüzyıl geçmiş olsa bile ölüm yıl dönümünde evine çiçek gönderilmelidir ki genç nesiller onları unutmasınlar devamlı hatırlasınlar. Ben öldükten yıllar sonra evimi ziyaret edecek olanların Bekir Kale Ahıskalı, Nazım Hikmet’i eleştiren yazısını bu masada yazmış diyebilmelerini, bir şiiri doğururken çektiğim sancıları hissede bilmelerini, Ahıska Üçlemesi şiirlerimi yazarken döktüğüm gözyaşlarından kalan izleri görebilmelerini isterdim. Ne yazık ki bunları göremeyecekler. Gerek yaptığımız iş ve görevler, gerekse sosyo-ekonomik düzenin getirmiş olduğu konar-göçer hayat sunumları yıllarca aynı evde yaşama imkanı vermemiştir. Bir çok şairin de benim gibi olduğunu düşünüyorum.
Şairlerin duvarları siyasetçilerin duvarlarından daha çok sırlar saklarlar. Şairler düzenleri bozulsun istemediklerinden çoğu zaman suskun durular. Eski şairler daha cesaretli olduklarından devamlı o yana bu yana sürgün edilirlerdi. Günümüz gençliğinin bir şairin şiirlerini dua oku gibi okuyabilmeleri gerekir. Yıllarca çok seslilikten, güzel yazan, farklı düşünenlerden yana mücadele veren insanlarımız şimdilerde ikinci bir düşünceye tahammül edememekte ya da umursamamaktadır. Yanıbaşımızda yanan, yok olan dilimizden, kültürümüzden yana üzüntü çekmemektedirler.
Bir şiir ya da romanın hayata kavuştuğu mekanlar kutsanmalıdır. Bir şairin evine bütün dünya, gezegenlerin, galaksilerin gelip oturtulmuşlukları vardır. Şaire ve yazara değer vermek konusunda Sovyet Rusya’sından yaklaşık iki yüz elli yıl daha gerideyiz. Onların 1800 lü yılların başlarında verdikleri değer kadar değer veremediğimiz gibi Çar’ın sansürcü zihniyetinden daha sansürcü bir baskıya sahibiz. Bu ülkede “mezarında ağlanılan şair olmak” hiç bir şairin hayali değildir. Bizlerden geriye kalacak olan miras talan edilmeden evvel değer verilmesi gerekir. Yoksa maktülüne ağlayan katil gibi kendimizle çelişir dururuz.
Bekir Kale Ahıskalı
Geleceği İnşa Etmek-8
Bir şaire ilk önce annesi beddua eder. Sonra eşi sayar, söver.
Bekir Kale Ahıskalı
Türk şairleri, yazarları, ressamları yaşam defterlerini kapattılar mı, eserleri gibi evleri de, eşyaları da ortada kalır. Kitapları çürür ya da ikinci el kitapçılara kelepir olarak satılır. Şaire ait ne varsa, parmak izleri dahil her şey silinir. Çoğu zaman çocukları da şiirin ve sanatın dışında olduklarından kıymetleri bilinmez. Ülkemizde şairlere pek değer verilmediğinden hayatları ekseriyetle sefil geçtiğinden önce anneleri çok para getirecek iş yapmadık rahat hayat sürememekten sebep şair annelerinin dudağına beddualar gelir gelir gider. Ne zaman sıkıntılar katlanamayacak hal alır o zaman o beddualar başka kulaklara çarpmaya başlarlar. Eş ve çocuklarından yana da aynı durumdan sebeplenir şair milleti. Bakmayın ölümü daha sıcakken arkasından iyi adamdı söylemlerine… Bir şairin eserlerinin kıymet kazanabilmesi için şöyle en azından bir elli yıl geçmesi gerekir. O zaman geçtiğinde ise kitaplarından, şiirlerinden ve dostlarından hayatta kalan kırıntılar toparlanmaya başlanır. Acıdır bu…
Her şair önce yaşamında sonra da ölümünün ilk elli yılında ” kaderine terk edilir.” Ben de bir şairin evinin sözcük uğultusu ve çarpışmalarıyla dolu olduğuna inananlardanım. Aşkların o evde dolaşıp durduğuna, yaşanmamışlıkların iç çekişlerine rastlanabileceğine… O evlerdeki mürekkep izlerinin bile silinmemesi, korunması gerekir. Ben hiç olmazsa son yüzyıl şairlerinin evlerinin anıtlar kadar, parklar kadar çok biliniyor olmasını isterdim. Nazım Hikmet’in evinin, Mehmet Akif’in sefalethanesinin, Necip Fazıl’ın hem gençlik yıllarının hem de daha sonraki yıllarında yaşadığı evlerin sokakların müzeleşmesi gerektiğine inanıyorum.
Türk hükumetleri bu konuda hayli beceriksizler. Daha doğrusu Türk Siyasetçisi kendi isimlerini, parti liderlerinin isimlerin vermekten başka iş yapmamakta. Türk siyaseti ortak şairlerinde bile uzlaşamamakta… Dünyanın başka ülkelerinde bu kadar bağnaz, yobaz, dar düşünen, başka hükumetleri var mıdır? Diktatörlüklerin bile bundan daha geniş ufukları olduğu kanaatindeyim. Bir şairin, yazarın ölümünün üzerinden yüzyıl geçmiş olsa bile ölüm yıl dönümünde evine çiçek gönderilmelidir ki genç nesiller onları unutmasınlar devamlı hatırlasınlar. Ben öldükten yıllar sonra evimi ziyaret edecek olanların Bekir Kale Ahıskalı, Nazım Hikmet’i eleştiren yazısını bu masada yazmış diyebilmelerini, bir şiiri doğururken çektiğim sancıları hissede bilmelerini, Ahıska Üçlemesi şiirlerimi yazarken döktüğüm gözyaşlarından kalan izleri görebilmelerini isterdim. Ne yazık ki bunları göremeyecekler. Gerek yaptığımız iş ve görevler, gerekse sosyo-ekonomik düzenin getirmiş olduğu konar-göçer hayat sunumları yıllarca aynı evde yaşama imkanı vermemiştir. Bir çok şairin de benim gibi olduğunu düşünüyorum.
Şairlerin duvarları siyasetçilerin duvarlarından daha çok sırlar saklarlar. Şairler düzenleri bozulsun istemediklerinden çoğu zaman suskun durular. Eski şairler daha cesaretli olduklarından devamlı o yana bu yana sürgün edilirlerdi. Günümüz gençliğinin bir şairin şiirlerini dua oku gibi okuyabilmeleri gerekir. Yıllarca çok seslilikten, güzel yazan, farklı düşünenlerden yana mücadele veren insanlarımız şimdilerde ikinci bir düşünceye tahammül edememekte ya da umursamamaktadır. Yanıbaşımızda yanan, yok olan dilimizden, kültürümüzden yana üzüntü çekmemektedirler.
Bir şiir ya da romanın hayata kavuştuğu mekanlar kutsanmalıdır. Bir şairin evine bütün dünya, gezegenlerin, galaksilerin gelip oturtulmuşlukları vardır. Şaire ve yazara değer vermek konusunda Sovyet Rusya’sından yaklaşık iki yüz elli yıl daha gerideyiz. Onların 1800 lü yılların başlarında verdikleri değer kadar değer veremediğimiz gibi Çar’ın sansürcü zihniyetinden daha sansürcü bir baskıya sahibiz. Bu ülkede “mezarında ağlanılan şair olmak” hiç bir şairin hayali değildir. Bizlerden geriye kalacak olan miras talan edilmeden evvel değer verilmesi gerekir. Yoksa maktülüne ağlayan katil gibi kendimizle çelişir dururuz.
Bekir Kale Ahıskalı
Geleceği İnşa Etmek-8
24 Ocak 2014 Cuma
Oyalandık
Oyalandık
Aşktan çaldık
aşka çaldık
Biraz güldük
çok ağladık
Kahi gerçek
kah yalandık
Masal bu ya
bitti rüya
Döndü dünya
oyalandık
Bekir Kale Ahıskalı
İyi ki Olacaksın-79
Yarınlarımızı getirmeye gidiyorum
Yarınlarımızı getirmeye gidiyorum*
Gidiyorum
Gidiyorum demek içimden gelmiyor
Ama gidiyorum işte
Sanki ayaklarım beni taşımayacak gibi
Bağrımdan yüreğimi ellerimle söküp
Buselerimi avuçlarına bırakarak
Gidiyorum
Gidiyorum
Gidiyorum demek içimden gelmiyor
Ama gidiyorum işte
Karanlıkların bağrından aydınlığı söküp
Daha güzel yarınlar için
Demet demet muştular getirmek için
Gidiyorum
Gidiyorum
Gidiyorum demek içimden gelmiyor
Ama gidiyorum işte
Kar bürür kirpiklerimi
Yollar beyaz gelinliğini giyer
Açık kalır yatak odasının kapısı
Gözlerimde yine hasret bakışları birikecek
Yarım bıraktığım duyguları tamamlamak için
Bir gece yarısı beklemediğin bir anda
Yine pencereni tıklatacağım
Ama şimdi gidiyorum
Bekir Kale Ahıskalı
İyi ki Olacaksın-65
*Dönüşümü bekleyene
Gidiyorum
Gidiyorum demek içimden gelmiyor
Ama gidiyorum işte
Sanki ayaklarım beni taşımayacak gibi
Bağrımdan yüreğimi ellerimle söküp
Buselerimi avuçlarına bırakarak
Gidiyorum
Gidiyorum
Gidiyorum demek içimden gelmiyor
Ama gidiyorum işte
Karanlıkların bağrından aydınlığı söküp
Daha güzel yarınlar için
Demet demet muştular getirmek için
Gidiyorum
Gidiyorum
Gidiyorum demek içimden gelmiyor
Ama gidiyorum işte
Kar bürür kirpiklerimi
Yollar beyaz gelinliğini giyer
Açık kalır yatak odasının kapısı
Gözlerimde yine hasret bakışları birikecek
Yarım bıraktığım duyguları tamamlamak için
Bir gece yarısı beklemediğin bir anda
Yine pencereni tıklatacağım
Ama şimdi gidiyorum
Bekir Kale Ahıskalı
İyi ki Olacaksın-65
*Dönüşümü bekleyene
Eski
Eski utanmalarımız
Eski utanmalarımız da kalmadı
Ad utanç bakış utanç ses utanç
Örgüleri bileklerimize dolanan
Almaz aldırmaz mı yakarışımıza
Giden bakışlarımızla sararırdı da
Kalanda ki hazan rengi nedendir bilmem
Eski yutkunmalarımız da kalmadı
Kim silecek avuçlarımızdaki yazıyı
Nedir bu gözlerimizde tepinen karartı
Bakış mı kirlendi yoksa baktığımız mı
Bir yarasa kadar sever olduk geceyi
Eski suskunluklarımız da kalmadı
Bizi sağır eden kendi avazımızken
Dilimizdeki kimliksiz ağıt susar mı bilmem
Bildiğimiz bir şey varsa eğer o da
Geldiğimiz gördüğümüz sevdiğimizdir
Bekir Kale Ahıskalı
İyi ki Olacaksın-72
Allah'ından bulsunlar derim
Allah'ından bulsunlar derim
Annemin dudağında cillenen
Henüz edilmemiş duayken sevdan
Zamanın makasının ağzında ufalanan
Tebessümlerini derleyemeden ben
Utangaç çeşmelerden akıp giden
Henüz içilmemiş bir suyken güzelliğin
Uykusunu kaçırıp gecelerin
Yorgan yatak dert edinilip
Öğrenilemez, öğretilemez
Dilenmekle elde edilmezdi ki
Ben senden besledim ya yüreğimi
Bütün sevda fukaraları aşkı
Allah'ından bulsunlar derim
Bekir Kale Ahıskalı
İyi ki Olacaksın-52
Annemin dudağında cillenen
Henüz edilmemiş duayken sevdan
Zamanın makasının ağzında ufalanan
Tebessümlerini derleyemeden ben
Utangaç çeşmelerden akıp giden
Henüz içilmemiş bir suyken güzelliğin
Uykusunu kaçırıp gecelerin
Yorgan yatak dert edinilip
Öğrenilemez, öğretilemez
Dilenmekle elde edilmezdi ki
Ben senden besledim ya yüreğimi
Bütün sevda fukaraları aşkı
Allah'ından bulsunlar derim
Bekir Kale Ahıskalı
İyi ki Olacaksın-52
Ben hırçın bir çığlığım
Ben hırçın bir çığlığım
Ben hırçın bir çığlığım
Ayrılık anını takvimlerden koparan
Kaba ve kırıcı sessizliği katleden
Bende yalçın kayalar gibiyim
Kıyılarımı süpüren
Dalgalara boyun eğmem/ eğemem
Ben arsız bir sevdayım
Gözleri silik bir lehçe olsa da kullandığım dilin
Yağmurlardan daha çok konuşmalıyım
Bende yüce dağlar gibiyim
İçimdeki yalnızlık bedenimi yırtıyor diye
Gölgeden dağları sevmem/sevemem
Ben sevdadan müteşekkilim
Bana insanlık veren
Ne kalemimdir ne de kelamım
Bende çekilen sevdalar gibiyim
Darıdan bir lokmayla kandırılıp
Pazar tezgahlarında satılmam/satılamam
Ben sevda çölünde bedeviyim
Ateştendir bastığım topraklar
Kimsenin uğramadığı çeşmelerim yoktur
Kumlara düşen gölgemin bile teni alev alevdir
Bende evladı sürgüne giden analar gibiyim
Yüreğimden kum fırtınaları akıtırım lakin
Göz pınarlarımda çölleşmem/çölleşemem
Ben bu dalın bülbülüyüm
Saçına yel değmesin diye
Tüm rüzgarları içime çekerim
Mesken edinmişimdir açtığın dalı
Nöbet tutar, emir bekler secde ederim
Bende sevdasına sevdalı Mecnun gibiyim
Bir başka gül ile elleşmem/elleşemem
Anla artık Sinhare
Bir sana pervaneyim
Yalnız sana divaneyim
Ben de sadık bir buse gibiyim
Başka dudaklara düşmem/düşemem
Bekir Kale Ahıskalı
Mart 10, 2008
Sinhare 51
SİNHARE isimli kitabımdan
23 Ocak 2014 Perşembe
Düş Konuğu
Düş Konuğu
Yollara bir bekleyiş döktüm
Görünenden öte bir sessizlikle
Çoğaldım dün
Öyle ağırdı ki omuzlarımdaki yük
Küçükmüşüm büyüdüm
Sığınaklı bir yaşamdan
Fısıldamama bakma
Doyasıya sevildiğini
Herkese söyle sen
Bilinmez bir dil kullanıyor de
Uzak yalnız ve yorgun
Ellerim su olmuş
Her yanından akıyormuş de
Ben düş konuğuyum
Elim tenim sen kokuyor
Gölgemi bile soydum tenimden
Hadi sesime bırak kendini
Sabah olmasın diye
Gözlerimi kapa şimdi
Bekir Kale Ahıskalı
Manima Düşleri-10 11 Ağustos 2011
BİR ELİF MİKTARI isimli kitabımdan
Bu sevdada yaşamaktan öte özrüm kalmadı
Bu sevdada yaşamaktan öte özrüm kalmadı
Solgun evler
Bir çok evin bir çok odası karanlıkken o gece
En çok aynalı olanı aydınlık gözükür
Şehvetinden midir?
Sehavetinden midir?
Aynalara düşer zevke boğarsın
Nisan ayı gibidir bedenin
Neresini koklasan gül kokar
Bilmem
Bilemem
Hangi aynadır elinden mülke boğulan
Gece yarılarından sonra
Birileri uyurken
Birileri uyumamışken
Gece bitmek üzereyken
Henüz aydınlık yokken
Bir yaz günü
Gün ortasında patlayan bulut gibi
Beni sen kıl
Hayatları bayındır gösteren bir yalan
Ne şehirdir
Ne şarap aynaları zevke boğan
Ten kaygısı olmayan bir sevda da
Tenimin ağırlığınca suçlanırım ben
Seni aynalarda düşündükçe kirlenir yüzüm
Engellerimizi düşündükçe
Kötü bir şey dokunur dudaklarıma sanki
Dilce susup
Bedence konuşurum
Yeter ki beni sen kıl
Ben daha acıları çekebilecek yaşa gelmeden
Hayat bana acıları ezberletmişti
Sanıyordum ki bir kadının saklı bir yerinden parlayacak hayat
Oysa hayat işte tam oradan patlak veriyordu
Yine de
Saçlarım hâlâ yorulmadı gençlik rüzgarlarından
İstersen sök canımın ilmeklerini
Gözlerinin mührünü kaptırmadan
Bakışlarımda ki dağınık şarkıları toparla
Beni sen kıl ey sevgili
Kefarete hazırım
Beni sen kıl
Sen şiirlere sığamayacak kadar büyüktün Sinhare
Bütün müsveddelerimi yırttım
Bir ten sıcaklığım
Bir ten kokum kaldı
Bu sevdada yaşamaktan öte özrüm kalmadı
Bıçkı bakışlarından merhamet dilemem gayri
Nereden istersen oradan budanayım
Beni sen kıl ey sevgili
Yeter ki beni sen kıl
(Sinhare Biz bu aşkı ne yaşamaktan ne de yazmaktan değil anlatmaktan sınıfta kaldık)
Bekir Kale Ahıskalı
16 Ağustos 2008
Sinhare'yi Beklemek 55
BİR ELİF MİKTARI isimli kitabımdan
Kitap Kardeşliği halkamızın 15 nci toplantısı
Kitap Kardeşliği halkamızın 15 nci toplantısı
Kocaeli Vali Yardımcısı Şükrü ÇAKIR, İzmit Kaymakamı Sabit KAYA İzmit İlçe Milli Eğitim Müdürü Sezgin ÇUHADAR, bendeniz Bekir Kale Ahıskalı ve Türk Pirelli İlköğretim Okulu öğretmenleri...
Her ay bir okulumuzun öğretmenleriyle bir kitap okunuyor. Bu etkinliğin bu ayki ayağında Cengiz AYTMATOV'un "Gün olur asra bedel" isimli eserini Türk Pirelli İlköğretim Okulu öğretmenleriyle birlikte bir ay içerisinde okuyarak her okuyucu kendi anladığını, fikir ve düşüncesini anlatıyor.
İzmit Saatçi Ali Efendi Konağı'nda ayda bir toplanarak hem tanışmalarımızı yapıyor hem de kitap okumayı özendirmek, sevdirmek adına topluma öncülük etmeye çalışıyoruz.
Bizzat Vali Yardımıcısı Şükrü ÇAKIR, İzmit ilçe kaymakamı Sabit KAYA, İzmit ilçe milli eğitim müdürü Sezgin ÇUHADAR ve bendeniz Bekir Kale Ahıskalı’nın katılımlarımızla her geçen gün daha da etkili olmaya başlayan güzel bir kitap okuma ve okumayı teşvik etkinliği. Bu etkinlikte sadece roman ve yazarı değil, geçmişten günümüze farklı kültürler konuşuluyor.
Gelecek ay Peyami SAFA’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu isimli romanını irdeleyecek ve okuduklarımızdan neler anladığımızı paylaşacağız.
Bizler Anadolu Edebiyat Dergisi (www.anadoluedebiyat.com) olarak bu etkinliğin içinde yer almaktan ziyadesiyle mutluyuz.
Bekir Kale Ahıskalı
Geleceği İnşa Etmek-6
Kocaeli Vali Yardımcısı Şükrü ÇAKIR, İzmit Kaymakamı Sabit KAYA İzmit İlçe Milli Eğitim Müdürü Sezgin ÇUHADAR, bendeniz Bekir Kale Ahıskalı ve Türk Pirelli İlköğretim Okulu öğretmenleri...
Her ay bir okulumuzun öğretmenleriyle bir kitap okunuyor. Bu etkinliğin bu ayki ayağında Cengiz AYTMATOV'un "Gün olur asra bedel" isimli eserini Türk Pirelli İlköğretim Okulu öğretmenleriyle birlikte bir ay içerisinde okuyarak her okuyucu kendi anladığını, fikir ve düşüncesini anlatıyor.
İzmit Saatçi Ali Efendi Konağı'nda ayda bir toplanarak hem tanışmalarımızı yapıyor hem de kitap okumayı özendirmek, sevdirmek adına topluma öncülük etmeye çalışıyoruz.
Bizzat Vali Yardımıcısı Şükrü ÇAKIR, İzmit ilçe kaymakamı Sabit KAYA, İzmit ilçe milli eğitim müdürü Sezgin ÇUHADAR ve bendeniz Bekir Kale Ahıskalı’nın katılımlarımızla her geçen gün daha da etkili olmaya başlayan güzel bir kitap okuma ve okumayı teşvik etkinliği. Bu etkinlikte sadece roman ve yazarı değil, geçmişten günümüze farklı kültürler konuşuluyor.
Gelecek ay Peyami SAFA’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu isimli romanını irdeleyecek ve okuduklarımızdan neler anladığımızı paylaşacağız.
Bizler Anadolu Edebiyat Dergisi (www.anadoluedebiyat.com) olarak bu etkinliğin içinde yer almaktan ziyadesiyle mutluyuz.
Bekir Kale Ahıskalı
Geleceği İnşa Etmek-6
İntihar Eden Şairlerin Hayat Analizleri-4 Sylvia Plath
İntihar Eden Şairlerin Hayat Analizleri-4 Sylvia Plath
İyi bir şair, yazardı. 30 lu yaşlarında intihar ettiğinde Anne Saxon ile birlikte gizdökümcü* şiirin en önemli isimlerinde birisi olacaktı. 1932 yılında Alman bir baba ve ABD’li bir annenin evlatları olarak doğdu. Eğitimli ve iki farklı kültüre sahip bir ailede doğmuş olmanın verdiği iletişimsizliği hayatının ilk yıllarından itibaren hissetmeye başladı. Ailelerin fazla eğitimli ve idealist olması durumlarında daha çocukluklarını yaşayamadan ergenlik hatta yetişkinlik eğitim yüklenmesi sebebiyle hayatın acı yanını çocuk denecek yaşta hissetmeye başladı. İlk şiiri yayımlandığında daha sekiz yaşındaydı. Eli her yana ulaşabilen bir ailenin bireyi olmanın kolaylıklarını tam yaşamaya başlamıştı ki Profesör olan babasını kaybetti.
Zaten Plath, hayatı boyunca ileri derecede manik-depresif bozuklukla boğuştu. 1950 yılında bursla girdiği kolejin daha ikinci yılında ilk intihar girişiminde bulundu ve bir akıl hastanesine yatırıldı. Tedavi gördükten sonra koleji bitirdiğinde yirmi beş yaşında idi.
Üniversiteye kaydını yaptırarak çalışmalarını burada sürdürdü ve şiirlerini üniversitenin öğrenci gazetesinde yayımladı. Plath üniversite birinci sınıfta iken İngiliz şair Ted Hughes’la tanıştı ve evlendiler. Ancak manük-depresif hali hamile kalınca ilerledi ve yaşadıkları Boston’ı bırakarak İngiltere’ye geri döndüler. Hamileliğin verdiği stres ve duygusallıkla rahatsızlığı ilerliyordu ki ilk çocuklarının doğumunun hemen ardından boşanmaya karar verdi.
İlk şiir kitabını 1960 yılında yayımladı. (The Colossus). Diğer şiir kitaplarının hepsi intiharından sonra yayımlanmışitır. Ariel (1965), Crossing the Water (1971), Winter Trees (1972) The Collected Poems (1981),
Paronayası vardı ve kiraladığı evin eskiden İngiliz şair William Butler Yeats’e ait olduğunu öğrenen Plath bunu iyi bir işaret olarak değerlendiriyordu Boşanma işlemleri devam ederken ikinci çocuğuna da hamile kaldı. Zor geçmekte olan 1962 – 1963 kışının 11 Şubat’ında yan odada uyuyan çocuklarının yanına süt ve kurabiye bıraktıktan sonra trajedik bir şekilde kafasını fırının içine sokarak intihar etti.
İntiharıyla ilgili olarak kocası Ted Hughes eleştirilere maruz kaldı. Hughes yıllarca bu konuda konuşmadı. Hughes neyi kime anlatabilirdi ki. Manik-depresif biriyle tam yedi yıl yaşamıştı ve onun çökmüş ruh haline şahit olmuştu. Sylvia Plath defalarca tedavi görmüş ve intihar girişiminde bulunmuştu. Hughes daha sonra anılarını yayımladığında şöyle diyordu;
Plath’ın Türkçe’ye çevrilen eserleri arasında bulunan “Sırça Fanus” adlı romanı, birçok kişi tarafından ilk Amerikan feminist romanı olarak değerlendirilir. Trajik yaşamı ve intiharıyla tanınan Plath, aynı zamanda yarı otobiyografik bir roman olan ve depresyonu üzerine ayrıntılı bilgiler veren Sırça Fanus kitabının yazarı olarak bilinir.
Plath’ın hayatı, Oscarlı oyuncu Gwynet Paltrow’un ünlü şairi canlandırdığı “Sylvia” filmine de aktarılacaktı.
Ayrıca Plath’ın Ariel, (İmge Kitabevi), Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı, (Altıkırkbeş Yayınları) Sırça Fanus, (Can Yayınları), Üç Kadın, (Oğlak Yayıncılık), Sylvia Plath’in Günceleri, (Oğlak Yayıncılık) eserleri de Türkçeye çevrilmiştir.
Batıl ve gizemli inanışları vardı. Manik-depresifliği onun kendi kafasında var ettiği bir inanca tabi olmasına sebep oldu. Gizemli bir şairdi yine gizemli bir şairin evini bilmeden kiraladı bunu da iyi bir işaret saydı. 30 lu yaşında hayatına kıydı. Hayatını araştıran bir Türk şairede aynı gizem ve inanışa kapılarak intihar etti. Oysa Plath intihar ettiğinde Nilgün Marmara daha 5 yaşındaydı.
Bekir Kale Ahıskalı
İyi bir şair, yazardı. 30 lu yaşlarında intihar ettiğinde Anne Saxon ile birlikte gizdökümcü* şiirin en önemli isimlerinde birisi olacaktı. 1932 yılında Alman bir baba ve ABD’li bir annenin evlatları olarak doğdu. Eğitimli ve iki farklı kültüre sahip bir ailede doğmuş olmanın verdiği iletişimsizliği hayatının ilk yıllarından itibaren hissetmeye başladı. Ailelerin fazla eğitimli ve idealist olması durumlarında daha çocukluklarını yaşayamadan ergenlik hatta yetişkinlik eğitim yüklenmesi sebebiyle hayatın acı yanını çocuk denecek yaşta hissetmeye başladı. İlk şiiri yayımlandığında daha sekiz yaşındaydı. Eli her yana ulaşabilen bir ailenin bireyi olmanın kolaylıklarını tam yaşamaya başlamıştı ki Profesör olan babasını kaybetti.
Zaten Plath, hayatı boyunca ileri derecede manik-depresif bozuklukla boğuştu. 1950 yılında bursla girdiği kolejin daha ikinci yılında ilk intihar girişiminde bulundu ve bir akıl hastanesine yatırıldı. Tedavi gördükten sonra koleji bitirdiğinde yirmi beş yaşında idi.
Üniversiteye kaydını yaptırarak çalışmalarını burada sürdürdü ve şiirlerini üniversitenin öğrenci gazetesinde yayımladı. Plath üniversite birinci sınıfta iken İngiliz şair Ted Hughes’la tanıştı ve evlendiler. Ancak manük-depresif hali hamile kalınca ilerledi ve yaşadıkları Boston’ı bırakarak İngiltere’ye geri döndüler. Hamileliğin verdiği stres ve duygusallıkla rahatsızlığı ilerliyordu ki ilk çocuklarının doğumunun hemen ardından boşanmaya karar verdi.
İlk şiir kitabını 1960 yılında yayımladı. (The Colossus). Diğer şiir kitaplarının hepsi intiharından sonra yayımlanmışitır. Ariel (1965), Crossing the Water (1971), Winter Trees (1972) The Collected Poems (1981),
Paronayası vardı ve kiraladığı evin eskiden İngiliz şair William Butler Yeats’e ait olduğunu öğrenen Plath bunu iyi bir işaret olarak değerlendiriyordu Boşanma işlemleri devam ederken ikinci çocuğuna da hamile kaldı. Zor geçmekte olan 1962 – 1963 kışının 11 Şubat’ında yan odada uyuyan çocuklarının yanına süt ve kurabiye bıraktıktan sonra trajedik bir şekilde kafasını fırının içine sokarak intihar etti.
İntiharıyla ilgili olarak kocası Ted Hughes eleştirilere maruz kaldı. Hughes yıllarca bu konuda konuşmadı. Hughes neyi kime anlatabilirdi ki. Manik-depresif biriyle tam yedi yıl yaşamıştı ve onun çökmüş ruh haline şahit olmuştu. Sylvia Plath defalarca tedavi görmüş ve intihar girişiminde bulunmuştu. Hughes daha sonra anılarını yayımladığında şöyle diyordu;
Plath’ın Türkçe’ye çevrilen eserleri arasında bulunan “Sırça Fanus” adlı romanı, birçok kişi tarafından ilk Amerikan feminist romanı olarak değerlendirilir. Trajik yaşamı ve intiharıyla tanınan Plath, aynı zamanda yarı otobiyografik bir roman olan ve depresyonu üzerine ayrıntılı bilgiler veren Sırça Fanus kitabının yazarı olarak bilinir.
Plath’ın hayatı, Oscarlı oyuncu Gwynet Paltrow’un ünlü şairi canlandırdığı “Sylvia” filmine de aktarılacaktı.
Ayrıca Plath’ın Ariel, (İmge Kitabevi), Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı, (Altıkırkbeş Yayınları) Sırça Fanus, (Can Yayınları), Üç Kadın, (Oğlak Yayıncılık), Sylvia Plath’in Günceleri, (Oğlak Yayıncılık) eserleri de Türkçeye çevrilmiştir.
Batıl ve gizemli inanışları vardı. Manik-depresifliği onun kendi kafasında var ettiği bir inanca tabi olmasına sebep oldu. Gizemli bir şairdi yine gizemli bir şairin evini bilmeden kiraladı bunu da iyi bir işaret saydı. 30 lu yaşında hayatına kıydı. Hayatını araştıran bir Türk şairede aynı gizem ve inanışa kapılarak intihar etti. Oysa Plath intihar ettiğinde Nilgün Marmara daha 5 yaşındaydı.
Bekir Kale Ahıskalı
21 Ocak 2014 Salı
İda’nın Kolları
İda’nın Kolları
Burası yeryüzünün saçlarının en gür olduğu yerler. Göçmen kuşlar gagalarındaki güzellikleri bu güzelin kollarına bırakmış olmalı. Sarı Kız denizden çıkalı çok olmamış. Vücudundan süzülen tuzlu sular yerini tatlılığa bırakmış, toprak yeni uyanmış beden gibi hafif nemli.
İda; ayaklarının denize sokmuş keyif çatıyor. Deniz İda’yı oyalamak için sürekli dalgalarını gönderiyor. Az ile yetinmiyor İda, bu haliyle küçük Anadolu kadınına hiç benzemiyor.
İda’nın kollarında olmak Tanpınar’ın ifadesiyle 'Yavaş yavaş bir hülya adamı oldum.' dedirtiyor insana. Bir kere insana sadakatsiz sıfatını yapıştırtmıyor zirvesine tırmanmak, sinelerinin arasında yatmak ve edebiyatçı için artı hayaller katıyor bu güzelin kollarında olmak.
Bir yerlerinizden yaralanmışsanız eğer taze boynuzlanmış bir ilişkinin en temel merhemi İda. Hani saçlarını bedeninize şöyle bir serişi var ki ne varsa maziden getirdiğiniz birden döküveriyorsunuz kafanızdan. Tanrılar Troya Savaşı’nı buradan izler ve heyecandan ayağa kalkan tanrının ten ısısı sinmiştir. Sarı Kız dünyaya gelirken tüm Güre sancılanmış olmalı. Tarih öncesi ensestliğiye ve yakın zamanın en sesliliğiyle dimdik durur İda.
Her gencin geleceğe yönelik hayali olan; Ahıska’da giyinik Sarı Gelin neyse bu kıyılarda çıplak Sarı Kız o. Yine de elleri terleyen gelinlerin tenlerini soğuttukları zirvelere sahip buralar. Öpülmekten Olivia dudaklı gelinler görürsünüz buralarda.
İleri yaşlarına rağmen kadınlıktan kesilmeyen nineler ve olivia ağaçları kadar uzun yaşayan erkekler. Düşlerin çok telaşların tek olduğu topraklar burası. Kulaklarımıza ansızın düşen “Hasan Boğuldu” çığlıklarına rağmen İda’da yaşama doyum olmaz. Öpünce moraran dudakları, nemlenince kesik kesik akmaya başlayan soluklar ile en arzulu bedenin kollarıyla sarar İda.
Bekir Kale Ahıskalı
Eylül 2010-09-14
İkinci Mana-32
Burası yeryüzünün saçlarının en gür olduğu yerler. Göçmen kuşlar gagalarındaki güzellikleri bu güzelin kollarına bırakmış olmalı. Sarı Kız denizden çıkalı çok olmamış. Vücudundan süzülen tuzlu sular yerini tatlılığa bırakmış, toprak yeni uyanmış beden gibi hafif nemli.
İda; ayaklarının denize sokmuş keyif çatıyor. Deniz İda’yı oyalamak için sürekli dalgalarını gönderiyor. Az ile yetinmiyor İda, bu haliyle küçük Anadolu kadınına hiç benzemiyor.
İda’nın kollarında olmak Tanpınar’ın ifadesiyle 'Yavaş yavaş bir hülya adamı oldum.' dedirtiyor insana. Bir kere insana sadakatsiz sıfatını yapıştırtmıyor zirvesine tırmanmak, sinelerinin arasında yatmak ve edebiyatçı için artı hayaller katıyor bu güzelin kollarında olmak.
Bir yerlerinizden yaralanmışsanız eğer taze boynuzlanmış bir ilişkinin en temel merhemi İda. Hani saçlarını bedeninize şöyle bir serişi var ki ne varsa maziden getirdiğiniz birden döküveriyorsunuz kafanızdan. Tanrılar Troya Savaşı’nı buradan izler ve heyecandan ayağa kalkan tanrının ten ısısı sinmiştir. Sarı Kız dünyaya gelirken tüm Güre sancılanmış olmalı. Tarih öncesi ensestliğiye ve yakın zamanın en sesliliğiyle dimdik durur İda.
Her gencin geleceğe yönelik hayali olan; Ahıska’da giyinik Sarı Gelin neyse bu kıyılarda çıplak Sarı Kız o. Yine de elleri terleyen gelinlerin tenlerini soğuttukları zirvelere sahip buralar. Öpülmekten Olivia dudaklı gelinler görürsünüz buralarda.
İleri yaşlarına rağmen kadınlıktan kesilmeyen nineler ve olivia ağaçları kadar uzun yaşayan erkekler. Düşlerin çok telaşların tek olduğu topraklar burası. Kulaklarımıza ansızın düşen “Hasan Boğuldu” çığlıklarına rağmen İda’da yaşama doyum olmaz. Öpünce moraran dudakları, nemlenince kesik kesik akmaya başlayan soluklar ile en arzulu bedenin kollarıyla sarar İda.
Bekir Kale Ahıskalı
Eylül 2010-09-14
İkinci Mana-32
Ninova’ya Veda
Ninova’da sancılı olur sabahlar
Geceden kalma kederler
Bağdaş kurar yüreklere
Denizkızları kaybolur
Gecede kalır çocuk oyuncakları
Ninova’da sancılı olur sabahlar
Öyle bir gündü işte
Güneş doğmaya gönülsüzdü
Gece gitmeyecek gibiydi
İstenmeyen misafirdi, yüzsüzdü
Bir çocuk mızmızlarıyla tutukluyordu annesini
Dert memesinin sütü hiç kesilmiyordu
Öyle bir gündü işte
Ninova’da gün yolunu yarıladığında
Gördüğünü/göremediğini inkarlar başlar
“Hak” dediği için Yunus suçludur derler
Bacalara konmaya niyetli
Baykuşlar bekler
Kanat kanat gelir şerrin orduları
Ninova’da gün yolunu yarıladığında
Ninova’da taş atmayı bilmez ebabiller
“Hak” dedikçe diller
Öfkelenir cahiller
Her biri bir Ebrehe
Ceplere sığmaz olur
Zulmü alkışlayan eller
Ninova’da taş atmayı bilmez ebabiller
Kümelenince zalimlerin zulmü
Günün üstüne gecenin atlıları sürülür
Bir hud’a emir vererek Hüdâ
“Yunus’a sefine ol” der deryada
Taif zanneder ki boş laf eder ecnebi
“Kardeşim Yunus’un memleketi” der Nebi
Derdim büyük olmasaydı denizden
Akıp denize dökülürdüm dehlizden
Kümelenince zalimlerin zulmü
Ninova’ya veda zamanıdır şimdi
Yunus gönül koyar ömür koyduğu kaldırımlara
Yüzünü dönünce geri
Hırçın bir dalga süpürür şehri
Sana kırgın değilim ki sevgili
Ninova’ya veda zamanıdır şimdi
Bekir K Ahıskalı
15 Haziran 2009
Sinhare yi Beklemek 22
NİNOVA'YA VEDA isimli romanımdan
Hud: Balık
Ahıska sağırı vesper
Ahıska sağırı vesper
İçi tasnifli
Dışı abartılı tasvirli bir bedenden gerisi
İptidai kavimlerin sanatıymış sanatım
Kulaklarım “Ahıska Sağırı”
Kör bir şairin gözleriymiş gözlerim
Dışa üflenen, içe çekilen
Her yanı yangın bu nefesim
Sömürgeci bir bakış kadar
Gözlerime bakan nazlı bir hasretten
Yere doğru akan duvarlar gördüm
Mayası bozulmuş insanlar gördüm
Tat alıyorlardı her türlü eylemden
Yeter ki içerisinde suç olsun
Hora giden her şey
Onlarda hoşa giden oluyordu
Katırın gerisini andıran sırıtışları vardı
Şimendifer gürültüsünü andırıyordu sesleri
Ne kadar puslu hava varsa
Hiçbirinden eksik olmuyorlardı
Malı esirgemeyene esir olan erkekler gördüm
Bire bin veriryordu yasadışı ilişkileri
Aklı dilinde
Dili belinde
Eli mahreminde
Düşlerinde şehvetini satan
Kasıklarından havlayan şairler gördüm
Sözde ağırbaşlı nam-ı uslu
Sözde sapına kadar namuslu
Arslan gibi kükrediğini sanan
Avluda uluyan çakallar gördüm
Ağızlarında işeyen kadınlar gibiydiler
İblisi yanları vardı ondan da beterdiler
Şaireler tanıdım
Ne alınları terliyor
Ne de gözleri nemleniyordu
Bir sızı düşmemişti göğüslerine
Memelerinden karanlık emziriyorlardı
Yanlarından hiçbir zaman ayırmadıkları
Terlemeyi bile unutmuş tenleri vardı
Sanki akan tüm nehirler onların arzularından oluşuyordu
Onlar öyle sanıyorlardı
Kimseden esirgemedikleri etleri vardı
Uçan kuşa kanadı kırık
Yaralı yatan ceylana dinleniyor derlerdi
Yenisi gelince öncekinin adına eski diyorlardı
Neresinden bakarsan bak iffetsizdiler
Salyaları gemilerin yüzeceği kadardı
Konuştukça tatmin oluyorlardı
Kiminin her yeri fahişeydi
Kiminin dudakları, kiminin gözleri
Pontus gibi deviniyorlardı
Aynı mevsimin kapısında nöbet tutuyorlardı
Her mevsim fahişeydiler
İblisi yanları vardı ondan da beterdiler
Kızıl tipler tanıdım
Parası olunca ya evlenen yada adam vuran
Yurdumun dağlarına tutunmuş bir sürü hainin
Salon marksistlerine peşkeş çekilmiş koltuklarını gördüm
Aynaya bakmayı bilmeyen ihtiyarların
Sapıklıklarının adına berdel diyorlardı
Babasından daha yaşlı adamlara
Bilmem kaçıncı eş olarak gelin verilen
Üzerine hiçbir şey farz olmayan kızları gördüm
Bunlara alkış tutan suhyeleri, akılsızları gördüm
Bekir Kale Ahıskalı
Mart 2010
Ahıska Sağırı Vesper Ahıska Üçlemesi
Sinhare 22
Suhye: Maskara
Pontus: Karadeniz
Vesper: Akşam Yıldızı
İçi tasnifli
Dışı abartılı tasvirli bir bedenden gerisi
İptidai kavimlerin sanatıymış sanatım
Kulaklarım “Ahıska Sağırı”
Kör bir şairin gözleriymiş gözlerim
Dışa üflenen, içe çekilen
Her yanı yangın bu nefesim
Sömürgeci bir bakış kadar
Gözlerime bakan nazlı bir hasretten
Yere doğru akan duvarlar gördüm
Mayası bozulmuş insanlar gördüm
Tat alıyorlardı her türlü eylemden
Yeter ki içerisinde suç olsun
Hora giden her şey
Onlarda hoşa giden oluyordu
Katırın gerisini andıran sırıtışları vardı
Şimendifer gürültüsünü andırıyordu sesleri
Ne kadar puslu hava varsa
Hiçbirinden eksik olmuyorlardı
Malı esirgemeyene esir olan erkekler gördüm
Bire bin veriryordu yasadışı ilişkileri
Aklı dilinde
Dili belinde
Eli mahreminde
Düşlerinde şehvetini satan
Kasıklarından havlayan şairler gördüm
Sözde ağırbaşlı nam-ı uslu
Sözde sapına kadar namuslu
Arslan gibi kükrediğini sanan
Avluda uluyan çakallar gördüm
Ağızlarında işeyen kadınlar gibiydiler
İblisi yanları vardı ondan da beterdiler
Şaireler tanıdım
Ne alınları terliyor
Ne de gözleri nemleniyordu
Bir sızı düşmemişti göğüslerine
Memelerinden karanlık emziriyorlardı
Yanlarından hiçbir zaman ayırmadıkları
Terlemeyi bile unutmuş tenleri vardı
Sanki akan tüm nehirler onların arzularından oluşuyordu
Onlar öyle sanıyorlardı
Kimseden esirgemedikleri etleri vardı
Uçan kuşa kanadı kırık
Yaralı yatan ceylana dinleniyor derlerdi
Yenisi gelince öncekinin adına eski diyorlardı
Neresinden bakarsan bak iffetsizdiler
Salyaları gemilerin yüzeceği kadardı
Konuştukça tatmin oluyorlardı
Kiminin her yeri fahişeydi
Kiminin dudakları, kiminin gözleri
Pontus gibi deviniyorlardı
Aynı mevsimin kapısında nöbet tutuyorlardı
Her mevsim fahişeydiler
İblisi yanları vardı ondan da beterdiler
Kızıl tipler tanıdım
Parası olunca ya evlenen yada adam vuran
Yurdumun dağlarına tutunmuş bir sürü hainin
Salon marksistlerine peşkeş çekilmiş koltuklarını gördüm
Aynaya bakmayı bilmeyen ihtiyarların
Sapıklıklarının adına berdel diyorlardı
Babasından daha yaşlı adamlara
Bilmem kaçıncı eş olarak gelin verilen
Üzerine hiçbir şey farz olmayan kızları gördüm
Bunlara alkış tutan suhyeleri, akılsızları gördüm
Bekir Kale Ahıskalı
Mart 2010
Ahıska Sağırı Vesper Ahıska Üçlemesi
Sinhare 22
Suhye: Maskara
Pontus: Karadeniz
Vesper: Akşam Yıldızı
19 Ocak 2014 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)