Mekanik olan birçok şey canımı
sıkıyor. Bana tek sesli hatta sessiz bir hizmetkar gibi geliyor. Çıkardığı sesi
çirkin, sessizliğini ise korkutucu buluyorum.
Yaşadığımız şehirler
caddeleriyle, ulaşım araçlarıyla, alışveriş merkezleriyle, sosyal tesisleriyle
büyük bir tiyatroyu andırıyorlar. Bizim için hazırlanmış olan bu yapmacık dünya
her geçen gün doğal olan her şeyi boğazlıyor.
Aslında önümüzde tekrarlanıp
duran hep aynı şeyler. Seçilmeden önce hizmetkarınız olacağım vaadinde
bulunanların seçildikten sonra efendimiz oluşları… Kaybedenlerin kuşkuları,
kazananların ihya oluşları hep tekrarlanıp duran sahneler.
Bu dünya mekanikleşmesi
itibariyle müzisyeni olmayan mekanik bir konseri çağrıştırıyor. Mekaniğin
efendileri ise bitmek tükenmek bilmeyen nutuklar veriyorlar. Yapmacık
gülümsemeleriyle etrafımızda dolaşan menfaat a/salakları ata binmeyi
öğrendiğimiz tahta atlar gibi ne yöne çevirsek o yana dönüyorlar.
Sistemler göstermelik hale
geldiler. Göstermelik faşistler, göstermelik sosyalistler ve göstermelik
liberaller hep aynı çene tıkırtısıyla bizden çaldıkları lokmaları öğütüyorlar.
Bunların şakşakçıları olan çalışanı korumak için kurulan ancak işverenin
sofrasından eksik olmayan yanlarıyla farklı bir mekanikleşme içinde olan
sendika ve sendikacılar.
Duygular mekanikleşmiş.
Sözcüklerde doğru duyguyu anlatamaz olmuşlar çünkü onlarda daraltılmış,
kısırlaştırılmışlar. Duyguyu besleyenler tükenmiş. Besleyenini, büyütenini
duygulandırmayan evlatlar peydahlanmış. Dağlarda insana karşı çıkmasa her şey
dümdüz olacak adeta.
İnsanlar kıyıyı döven dalgalardan
daya gayesiz olmuşlar. Yemek, içmek ve giyinmekten öte hazlar kalmamış. İçinde
bunların hiçbirini besleyemez olan ebeveynler huzurevlerine terkedilmiş.
Huzurevleri maddesel bir yönetimle mekanikleşmişler. Hep aynı sesin aynı
tonuyla mı çağrılır insan?
Gelişen her şey insanlığımıza
karşı koyuyor. Cüzdanları cüzamlı sözde hayırseverlerimiz türedi adeta. Ya
nesneleşen derneklerimiz, sürüleşen sivil toplum örgütlenmelerimize ne demeli…
İnsanoğlu ilahlaşmaya oturan
nefsi ile masaya oturmaya çalışır hale gelmiş. Yalan olmuş idealler, talan
edilmiş ümitler ve parası kadar itibar gören babalar. Yalakalığı, hayat taşıyor
gözüken dedikoduculuğuyla sofralarımıza oturan lokmalarımıza konan
haramzadeler.
Her şeyin dalgalarla dağıtıldığı
bu dünyaya çırılçıplak geliyoruz. her şeye yeniden başlıyoruz. Musikiyle
eğleniyor, şiirle doluyoruz. Ezberlediğimiz her kelamı pazarlıyoruz.
Pazarladıkça safdilliğimizi yitiriyoruz.
Ölmeyeceğiniz sandığımız
babalarımız ölüyor önce sonra dostlarımız eksiliyor bir bir. Ölen fikirler
peşinden koşuyoruz zaman zaman. Ağzımızdan çıkar kelimeleri oldukları gibi
değil yontarak taşıyorlar. Sözcükler
olanı mı anlatmalı yoksa inandırmak istediğimizi mi? diye düşünenlerin
sayısı azalmış.
Dilimizi hançerlemişler.
Yaşamayacağını bile bile fikir üzerine fikir aşılayarak yaşatmaya çalışıyoruz.
Aynı otalara farklı sözcükler yazarak şarkı yapmak acizlik değil midir?
Bize silah satanlar barışı
pazarlayabilirler mi? Sahi barış ne ile tesis edilir. Silaha davranarak mı
yoksa silahı bırakarak mı? Başta bol sıfırlı rakamlarla çalanlarla evinin bahçe
kapısının açılış yönünü (yerden kazanmak için) umumun geçtiği sokağa doğru
yapan adam arasında hırsızlık olarak ne fark vardır ki?
Nesneleşen, mekanikleşen
ilişkiler içerisinde boğulan insanoğlunun kimliğinde hangi milletten olduğunun
yazmasının bir önemi kalmadı ki. Yozlaşan kültürden piçveren yeni kültürler
doğuruyoruz.
Biz; daha önce kimdik, şimdi kim olduk böyle.
Bekir Kale Ahıskalı
29 Aralık 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder